Kürecikli Devrimciler
11 Haziran 2017 Pazar
ALBÜM ÇALIŞMASINDAN
Ali koca , Harunuşağı
Ali koca , Harunuşağı
Ali Ekber YAYLAGÜL, Dumuklu
Ali Aksoy, Darıca
Ali Haydar demirkaya , Çevirme
Aligül Taş, Kepez
Cafer Karahan,
Kepez
Cennet Değirmenci , Bekiruşağı
Elif Livan, Kör Süleyman ( Dorulova)
Erdal
kocakaya, Darıca
Ergün Harman,
Fatma Koyupınar, Bekiruşağı
Feride Harman, Dumuklu
Hasan Aydın , Tataruşağı
Hasan Başyurt , Kelanlı(Gürkaynak)
Hüseyin Cebe , Kepez
Hasan Çiçek , Kepez
Hüseyin Polat, Kepez
Hüseyin Kılıç , Kasımuşağı
Hüseyin Duman, Harunuşağı
Hüseyin duman,(2.)
Harunuşağı
Hasan Erkuş , Kelan(Gürkaynak)
Hüseyin Çaparoğlu, Harunuşağı
ismail yücel
İbrahim Dişkaya, Harunuşağı
İmam Aygün, , Şamişkan( Güneşli)
İsmail Kahraman, Kepez
İbrahim Polat, Çevirme
Kamber Çelik, Darıca
Kemal Özgül, Harunuşağı
Kemal Aygün
Mair Yücetaş, Şamişkan
(Güneşli)
Meryem
Hazar (Çolak), Harunuşağı
Münir Dişkaya, Harunuşağı
Mehmet Akdoğan, , Şamişkan (Güneşli)
Mustafa Sevil (hoca) , KörSüleyman ( Dorulova)
Mustafa Sevil (Cesur), KörSüleyman ( Dorulova)
Mustafa Kemal İnan,
Kelanlı (Gürkaynak)
Niyazi Tekin , Şamişkan( Güneşli)
Özgür Kılıç, Kepez
Özgür Şahin ,
Süleyman Pekdemir, Harunuşağı
Sakina Yaylagül , Dumuklu
Seyhan Yaylagül, Elbistan-
Dumuklu
Şefinur Tezgel, Bekiruşağı
Songül Erkuş, Kelanlı(Gürkaynak)
Ulaş Karaoğlan, Tataruşağı
Yücel Hazar, Kahyalı
İSYANI
OLMIYANIN RÜYASI OLMAZ!
Küreciğin tarihsel belleğini irdelediğimizde;
Osmanlı döneminde Kürecik halkı katliama uğramış, evleri yakılıp yıkılmış,
meydanında darağaçları kurulmuştur.
1914-1915 yılarında yüzlerce ev
yakılmış, binlerce insan evsiz yurtsuz kalmıştır. Kasımoğlu Memedali
Kösüleymanlı kalo ve eşi Altey ve arkadaşları
bu sürecin sonunda;ya idam edildi yada
katledildi. Yaşanan bunca felaketin sebeplerini; Osmanlı’ya asker vermemek, vergi vermemek, Ermeni halkına yardım etmek
ve yanı sıra Kürecik‘lilerin Kürt ve alevi olmaları olarak sıralayabiliriz.
Kısa özet olarak hafızaları tazeliyerek
ilerlersek; 1894-1895 yıllarında Dumuklu
Ali Olayı olarak bilinen katliamla yüzleşir Kürecikliler. Yaşanan bu
katliamın gerekçesi ise; ‘‘Yarin
yanağından gayri her şeyde hep beraber‘‘ düşüncesi üzerinde şekillenen
Alevi ‘‘Hakikatçıların“ Dumuklu Köyü’ndeki yaşam felsefesidir. Bu felsefenin
yarattığı toplumsal dönüşüm ve paylaşım; Kürecik halkında büyük bir manevi
değer yarattı. Bölge insanının, ‘‘Eline, beline, diline“ sadık kalma felsefesi,
kuşaklar arası bağ kurmada önemli bir işlev gördü. Burjuva-feodal değer yargılarının
insan ilişkisini tahrip edici yaşam tarzına rağmen halen Kürecik halkında
varlığını sürdüren manevi güç, işte bu felsefenin bir sonucudur.
Tarihsel süreci biraz daha geriye doğru
sararsak Kürne ve Kürecik halkının1744-1765-1839- 1848-1849 yıllarında
Osmanlı’ya başkaldırısının yanısıra; 1813 Veli Paşa olayında da Kürecikliler
ağır bedeller ödedi. Osmanlı‘nın merkezi oteritesinden kaçan Veli Paşa’nın
Kürecik’e gelerek Kasımoğlu ailesinden yardım ve sığınma talep etmesi,
Osmanlının hışmına uğrıyacaklarını bildikleri halde Kürecik’lilerin bu talebi
reddetmeyişleri geleneksel misafirperverliğinin bir sonucuydu.
Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu‘nun yerine
kurulan farklı ulus ve milliyetlerin yaşadığı Türkiye Cumhuriyeti‘ni ise şöyle
özetliyebiliriz:Cumhuriyet dönemi, özü itibarıyla İttiat ve Terakki’nin ‘‘Tek Dil, Tek Millet,Tek din“ anlayışı
üzerinde şekillendi. Çünkü;1921 Anayasa’sı olarak bilinen ve 23 maddeden oluşan
farklı kimlik ve inaçları gözeten anayasa, 1924 yılında rafa kaldırıldı.
Kurulan İstiklal Mahkemeleri‘nde idam kararları verilip muhalifler tasfiye
edildi. Bu topraklarda yaşıyan herkesin Türk ve sünni olarak tanınması, Dinayet
İşlerinin bu dönemde kurularak başına da Ankara Müftüsü Börekçizade Mehmet
Rifat Efendi getirilip Kürtlerin,
Arapların, Çerkezlerin, Lazların, Ermenilerin yok sayılması; başta Alevi inancı
olmak üzere diğer inanç topluluklarının sünnileştirme politikası ile dinsel
ritüeller eşliğinde Türkleştirme politikası hızlandırıldı. Türkleştirme ve
sunnileştirme politikasında Kürecikliler de nasibini aldı. Kürecik halkı uzun
bir süre savunmasız bir şekilde devletin resmi ideolojisinin etkisi altında
kaldı.
Kürecik 68 kuşağı için bir
laburatuvar!
1968 kuşağının sosyalistlerini
Kürecik halkıyla buluşmaya iten temel sebeplerden biri, Kürt ve Alevi olmaları
diğeri ise, yöre insanının tarihsel derinliğindeki misafirperver, baş eğmez ve
mücadeleci kimliğidir. 68 kuşağından İbrahim Kaypakkaya, Sinan Cemgil ve
yoldaşları bu tarihsel zenginlik üzerinde sosyalist fikirlerini inşa etmeye
başladılar. En yaşlıları 25 yaşında olan bu fikir ve eylem adamlarının
öngörüleri Kürecik ve yöresinde toplumsal bir zemin bulurken; bu toplumsal
zemin üzerinde yükselen devrimci fikirler Kürecik’in sınırlarını aşıyordu.
Devletin zorba, inkarcı ve katliamcı politikası yoğunlaştıkça Kürecik halkı da
bedeller ödeme pahasına devrimci demokratik değerlerine inatla sahipleniyordu.
Niyazi Tekin, Küreciğin ilk sosyalist genciydi. Cennet Değirmenci İşkencede katledilen ilk kadın devrimciydi.
Feride, Fatma, Hasan, Sakine, Songül,……. İsimleri
farklı idialleri aynı olan, yitirdiğimiz bu devrimciler Küreciğin tarihsel
belleği ve değerlerimizdir.Yazının başlığına taşıdığımız; İSYANI OLMIYANIN
RÜYASI OLMAZ anlam ve önemi hatıraları
gün yüzüne çıkarmakla mümkündür.
Bu
nedenle ; Avrupa- Kürecik halk insiyatifi olarak;Hazırladığımız Albüme
sizlerinde katkılarını bekliyoruz.Elinizdeki Fotograf, mektup, anı vb. Hatıralarını
bizlere ulaştırmanın yanı sıra; Yapılan yanlışların ve görülen eksikliklerin
bizlerle paylasılmasını istiyoruz.
Asaf Demirhan –Haziran 2017, Dortmund
4 Şubat 2017 Cumartesi
Süleyman Pekdemir 1947-4 Temmuz 1980
Süleyman Pekdemir 1947 Kürecik Harunuşağı doğumlu.
Orta öğrenimini Antepte bitirdi.
Adana ticari ilimler akademisinde mezun olduktan sonra tekrar Antep'e döndü.
Antep elektrik işletmesinde muhasebe müdürü olarak çalıştı.
Sendikal çalışmaya katıldı ve sendika yöneticiliği yaptı.
Ekmeğini kazanmak için babam İbrahim Antep' e yerleşince
haliyle orda büyüdük. Antep Ticaret lisesini bitirmeyi müteakip Adana
iktisadi Ticari İlimler Akademisinde eğitimini tamamlamıştır. Öğrencilik
yıllarında haliyle emekçi ve ezilenlerin yanında yer almıştır. Zaten hem
çalışıp hem okuyan bir insan olduğundan birebir emekçinin ta kendisi idi.
4 temmuz 1980 yılı akşamı atatürk bulvarından evlerine
arkadaşı antep belediye muh. Müdürü müslüm demirle giderken antep lisesi
kapısının önünde çapraz ateşe alarak katledildi..
|
16 Ocak 2017 Pazartesi
Hasan Aydın
Avukat Hasan aydın,1950 kürecik Tataruşağı köyü doğumlu. Hasan aydın, 9 Mart 1978 günü bürosundan evine giderken, faşistler tarafından pusuya düşürülerek arkadan kurşunlandı. Kaldırıldığı Adana Numune Hastanesi’nde kurtarılamayarak ölen Hasan Aydın, Öğrencilik yıllarında devrimci mücadeleye katılmıştı. Öğrenciliği sırasında katıldığı bir eylemden dolayı stajerlik yaparken tutuklandı. ve kısa bir süre cezaevinde kaldı. Bürosunda "patrona karşı işçiyi , ağaya karşı köylüyü "savunacağını yazan devrimci bir avukattı. O;türk ve kürt halkının kurtuluşu için mücadelesiyle de tanın Aydın, kısa ama çok özlü bir yaşamı ğeride bırakarak fiziksel olarak bizlerde ayrılırken 10 mart'ta 1000'lerce kişinin omuzlarında ve yüreğinde bir ilkbahar günü Antepte toprağa verdi.
11 Aralık 2016 Pazar
Ali Koca...... Doğumlu - 29 Mayıs 1978
Antep ve Kürecik'te yapılan törene binlerce kişi katıldı.
Ali'nin mezarı Kürecik Harunuşağı Köyü'ndedir.
Ali Koca Kürecik Harunuşağı...............doğumlu. Kürt ve Alevi bir ailenin çocuğu olan Ali ailesiyle birlikte Antep'e taşınırlar. 68 kuşağının sosyalistlerinde herkes gibi Ali' de etkilenmişti.
Ali, sosyalıst fikirlerle çocuk yaşta tanışır. Sosyalist bilinci edindikçe hem kendisi hemde çevresinin aydınlanması için mücadele ediyordu. İşçilik yaşamı sosyalist fikirlerle şekillendikçe Hoşgör ve Düzdepe Mahallelerinde sosyalist dergileri emekçilere ulaştırır. Ali, 29 Mayis 1978'de Antepte faşistler tarafında vurulur. Vuran katil tespit edilmesine rağmen cezalandırılmaz.Antep ve Kürecik'te yapılan törene binlerce kişi katıldı.
Ali'nin mezarı Kürecik Harunuşağı Köyü'ndedir.
13 Kasım 2016 Pazar
Ali aksoy, Akçadağ Darıca
doğumlu.
12-06- 1994 yılında Sürgü yakınlarında 4 yoldaşıyla birlikte
katledildi.Ali, Siyasal mücadeleye küçük yaşta
ilgi duydu. Yöre insanının kürt ve alevi olması siyasal bilinci edinmesi için en önemli etken
oldu.Ali Yoksul bir ailenin çocuğuydu. 5 kardeşlerdi. Yoksulluğun yokluğun buram
burum koktuğu bir coğrafyada büyüyordu.O küçük yaşta iş yaşamına başladı. Marangozluk mesleğini yapmıştı.İstanbul da
yaşamın kolay olmadığını farkedince 1989
yılında Almanya'ya geldi.
Almanya Ali için bir okul işlevi gördü. Almanyada
Oturum ve iş hakkı başlı başlına büyük bir sorun. Ekonomik nedenlerden dolayı Almanyaya
gelen Ali’ye Almanya açık bir ceza evine dönüştü.
Kürt halkına baskıların , katliamların ve faili meçul cinayetlerin yoğunlaştığı bu süreçte 1992 yılının yılbaşı gecesi Duisburg’ta yakın akrabalarıyla vedalaşan Ali Bekaya gitti.
Kürt halkına baskıların , katliamların ve faili meçul cinayetlerin yoğunlaştığı bu süreçte 1992 yılının yılbaşı gecesi Duisburg’ta yakın akrabalarıyla vedalaşan Ali Bekaya gitti.
Ali, 1994 yılında Malatyanın Sürgü kasabasında askeri güçlerle girdiği çatişmada öldü.Aksoy ailesi Alinin cenazesini almaya
gittiğinde, Sürgü belediyesinin din görevlisi :“ cenazayi mezarda çıkarmayın ter
temiz yıkandı, duaları okundu islami geleneklere uygun gömüldü “dediğinde aile
bireyleri“ Ha Kürecik ha Sürgü'nün toprağı“ diyerek cesedi çıkarma konusunda ilkin karasız kalmalarına rağmen daha sonra mezarı
açmaya ve cenazeyi Darıcadaki aile mezarlığına götürmenin doğru olacağına kanat getirdiler.. Mezarı açtıklarında korkunç manzara karşısında orda bulunan herkes ürktü, Bu da !!!! Tek kelimeyle vahşet! Biri bayan üç erkeğin cesedi elbiseleriyle açılan çukura
rast gele atılmış halde buldular.Cesetler tanınmaz haldeydi.
Ali nin cenazesini alıp Zöredamına gelindiğinde kalabalık topluluğun arasında Bağde hanımın yaktığı ağıtlar yeri göğu inletti. Kürecikte yoksul
bir ailenin çocuğu olarak doğan Ali; Yokluğa biat etmedi. Yollara düştü. Çözümün
diyar diyar gidip anayurdunda uzaklaşmada
olmadığını farkettiğinde Kürtlerin ,Alevilerin uğradığı haksızlıklara ve inkar politikasına
karşı bir duruş sergiledi. Bu Duruşun bir bedeli vardır. Bir ulusu ve bir inancı yok etmet istiyen muktedirlere karşı çıkmanın bedeli yılarca hapıs yatmaktır, işkence görmektir. katliamlara uğramaktır . Ali bu karşı duruşun bedelini bilen bir eylem adamıydı. O, kendisi için ağır olan bu bedeli istiyerek ve gönüllü yaptığını başta onu Bekaya yolcu eden akrabaları ve tanıyan herkes söylemekte.
Şan olsun! Sarışın uzunboylu bu delikanlıya!
Şan olsun! Sarışın uzunboylu bu delikanlıya!
11 Kasım 2016 Cuma
Kemal Özgül
Kemal Özgül,
KÜRECİKLİ DEVRİMCİLER. 10 KASIM. 1984 KEMAL ÖZGÜL,ÜN 32 ci ÖLÜM YIL Dönümü !
M. Kemal Özgül 18. 8. 1964 de Harunuşağı Köyünde doğdu. İlkokula Harunuşağı köyünde başladı ve Harunuşağında bitirdi. Okulu bitirdik ten sonra abisi ile Çalışmaya başladı. Kemal Okulu bitirdiğinde Türkiye'de Devrimci Sol düşünce gelişiyordu. Kemal'de Köyünde İBRAHİM Kaypak Kaya'yı görmüştü.
1980 lere 11 eylül Kenan Evren Cuntası Türkiye'ye Kara bulut gibi Çökmüştü
DEVRİMCİLER Demokratlar Aydınlar Kürtler
Askeri Rejimin İşkence Tezgahından geçiriliyordu
Kemal'in Babası Hasan Özgül de DEVRİMCİLERİ
Misafir ettiği için Cunta tarafından tutuklanarak cezaevine konuldu,6 ay İşkence altında idi.
Kemal ve Ablası eve gidemez oldular Toplum tam Sindirilmişti ve hiç kimse kimseyi Misafir dahi almıyordu.
Sonunda Kemal'in Ablası eve gitme mecburiyetinde kaldı hemen evleri basıldı Cunta tarafından ablası da tutuklanarak Maraş Cezaevine konuldu Kemal da cezaevine düşmesin diye abisi
Kemal'i Avrupa ya Almanya sonra da FRANSA ya geldi. Fransa da Fransa Türkiyeli İşçiler Federasyon üyesi ,FRANSA Sosyalist İşçiler Sendika sı üyesi, ve FIRANSA Komünist partisi üyesi. Mendo Kemal Özgül Neşeli Hayat dolu bir gençti Kemal'i FRANSIZ Faşistlerce öldürüldü
Esas Katil 1980 Askeri Cuntasıdır
Mendo Kemal Özgülü 32 ci Ölüm yıldönümünde
Saygı ile anıyoruz Abisi Mehmet Özgül.
1980 lere 11 eylül Kenan Evren Cuntası Türkiye'ye Kara bulut gibi Çökmüştü
DEVRİMCİLER Demokratlar Aydınlar Kürtler
Askeri Rejimin İşkence Tezgahından geçiriliyordu
Kemal'in Babası Hasan Özgül de DEVRİMCİLERİ
Misafir ettiği için Cunta tarafından tutuklanarak cezaevine konuldu,6 ay İşkence altında idi.
Kemal ve Ablası eve gidemez oldular Toplum tam Sindirilmişti ve hiç kimse kimseyi Misafir dahi almıyordu.
Sonunda Kemal'in Ablası eve gitme mecburiyetinde kaldı hemen evleri basıldı Cunta tarafından ablası da tutuklanarak Maraş Cezaevine konuldu Kemal da cezaevine düşmesin diye abisi
Kemal'i Avrupa ya Almanya sonra da FRANSA ya geldi. Fransa da Fransa Türkiyeli İşçiler Federasyon üyesi ,FRANSA Sosyalist İşçiler Sendika sı üyesi, ve FIRANSA Komünist partisi üyesi. Mendo Kemal Özgül Neşeli Hayat dolu bir gençti Kemal'i FRANSIZ Faşistlerce öldürüldü
Esas Katil 1980 Askeri Cuntasıdır
Mendo Kemal Özgülü 32 ci Ölüm yıldönümünde
Saygı ile anıyoruz Abisi Mehmet Özgül.
3 Temmuz 2016 Pazar
12 Haziran 2016 Pazar
Hasan Başyurt, kürt ve alevi bir ailenin çocuğu olarak 1950 yılında Gürkaynak Köyünde Doğdu. İlk ve Orta öğrenimini Malatya ve Aksaray'da okuyarak Ziraat Teknisyeni oldu. Malatya İl Tarım Müdürlüğü'nde görev yaparken 22 Eylül 1978 yılında faşistler tarafından katledildi. Hasan, çevresinde naif kişiliğiyle çok sevilen biriydi. En büyük özelliği alevi bir toplumun bireyi olarak kendisini gizlemeyen yaşam biçimiyle de gericilerin hedefi olmuştu. Hasan, İl Tarım Müdürlüğü'nde çalışırken bu nedenle faşistlerin kurşunlarına hedef oldu.
Hasanın Katili yakalanıp yargılanmasına rağmen ceza almadan serbest bırakıldı. Malatya da başlıyan sorgulama ve mahkeme Elazığ'a kaldırıldı. Sunulan belge bilgi ve tanıklıklara rağmen dava kapatıldı.Diğer bir deyimle "faili meçul" bir cinayet.
Neden? Uzun süre Türkiye'de Başbaşkanlık yapan; Mc hükümetlerin başbakanı Süleyman Demirel'in " Bana sağcılar cinayet işler dedirtemezsiniz" sözünde ifadesini bulan "adalet"anlayışı; eldeki veri ve tanıklara rağmen Hasan'nın katilinin serbest bırakılmasını sağladı.
Hasan katledildiğinde 28 yaşındaydı.Evliydi. Eşi 3. çocuğuna hamileydi.
Onun canazesi doğduğu eve gelince feryat figan koptu.Ağıtlar yakıldı. Tüm devrimci demokrat kurum ve kişilerin katıldığı cenaze töreninde yapılan konuşmalarda Alevilere yapılan zülim lahletlendi. Alevilerin neden gericiliğin hedefi olduğu anlatıldı.
Hasan, Kürecik halkının bağrında doğup büyüdü.
O, bir sonbahar günü fiziki olarak bizlerden ayrılırken toprağa değil, yürüklere gömüldü.
Hasanın Katili yakalanıp yargılanmasına rağmen ceza almadan serbest bırakıldı. Malatya da başlıyan sorgulama ve mahkeme Elazığ'a kaldırıldı. Sunulan belge bilgi ve tanıklıklara rağmen dava kapatıldı.Diğer bir deyimle "faili meçul" bir cinayet.
Neden? Uzun süre Türkiye'de Başbaşkanlık yapan; Mc hükümetlerin başbakanı Süleyman Demirel'in " Bana sağcılar cinayet işler dedirtemezsiniz" sözünde ifadesini bulan "adalet"anlayışı; eldeki veri ve tanıklara rağmen Hasan'nın katilinin serbest bırakılmasını sağladı.
Hasan katledildiğinde 28 yaşındaydı.Evliydi. Eşi 3. çocuğuna hamileydi.
Onun canazesi doğduğu eve gelince feryat figan koptu.Ağıtlar yakıldı. Tüm devrimci demokrat kurum ve kişilerin katıldığı cenaze töreninde yapılan konuşmalarda Alevilere yapılan zülim lahletlendi. Alevilerin neden gericiliğin hedefi olduğu anlatıldı.
Hasan, Kürecik halkının bağrında doğup büyüdü.
O, bir sonbahar günü fiziki olarak bizlerden ayrılırken toprağa değil, yürüklere gömüldü.
29 Mayıs 2016 Pazar
Ağıtlar Dile Geldi
Kürecik’in tarihsel belleği
Kürecik, harita üzerinde bir kum tanesi kadardır. Bu denli küçük olan bu coğrafyayı önemli kılan nedir? Coğrafi yapının güzelliği ve verimliği mi? Değil. 1900 metre yüksekliğindeki Malatya Beydağı’nın uzantısı dağın eteklerine serpilen köylerin birliği ve dayanışması, sürekli yeniyi ve ileriyi arayışı, baskı ve zulme karşı olmasıdır. Osmanlıdan bu yana başkaldırısıyle bilinen Kürecik halkının tarihsel belleğini tazelememizin nedeni, şöyle basit ve yaygın bir örnekleme ile açıklanabilir: Bir an kum tanelerini düşünelim! Avuca alınıp bir camın yüzeyine fırlatıldığında camda her hangi bir iz bırakmadan camın önüne düşen kum tanelerini birleştirip cama fırlattığımızda cam kırılıverir. İşte bizler de o küçük kum tanecikleri gibi ortak idealler temelinde birleşerek rüzgarda dört bir yana savrulmadan, özgürlüğe giden yolu kapatan o duvarı alaşağı etme yeteneği ve gücünü yaratma uğraşı içinde yerimizi almalıyız.
Tarih olsalarla yazılmıyor. Yaşanmışlıklar üzerinden şekilleniyor.Dünden bugüne bugünden yarına Kişileri, toplulukları ölümsüzleştiren, hep canlı ve diri tutan yaşanan hayat ve ödenen bedeldir..
Bu sayfa ile amaçlanan; kimi dağ başlarında, kimi şehrin sokaklarında, kimi işkencehanede öldürülen, kimi hapishanede diri diri yakılan,kimi idam edilen, kimi yaşanan zulme dur demek için ölüme yatan bu coğrafyanın yiğit evlatlarının amaçlarını, inaçlarını ve kararlılıklarını toplumsal hafızamızda tazelemek ve dirençi büyütmektir. Tarihsel olarak Kürecik halkının az da olsa biografisini toplamaya çalışmamızdaki temel amaç, ortak kültürümüzün üzerinde yükseldiği yitirdiğimiz kürecikli devrimcilerin uğrunda ikirciklenmeden yaşamlarını feda ettikleri değerleri bir kez daha kavramak ve bugün kürtlerin şahsında tüm kimlikliklere inaçlara ve emekçilere uygulanan baskı ve katliamlara karşı bu yiğit evlatlarımızın şahsında ortak bir ruh birliğine ulaşmaktır. Çünkü bu ortak ruhi şekillenme olmadan ortak mücadele de olanaklı değildir.
Bunun için ; Avrupa- Kürecik Halk İnisiyatifi olarak, Kasımoğlu Memedali ve arkadaslarinin idam edilişlerinin yüzüncü yilinda Ağıtlar dile geldi kitabında sonra, bugüne kadar yitirdiğimiz evlatlarımızın, kardeşlerimiz ve yoldaşlarımızın bir albümünü hazırlıyoruz. Bu hazırlık sürecinde ulaşabildiğimiz aile bireylerini ve yakın arkadaşlarının yanı sıra; Halk için Kurtuluş, Özgür politika , Evrensel, Yürüyüş, Atılım gibi gazete ve dergilerden yararlandığımızı da belirtmeliyiz.
Yitirdiğimiz bu Özgürlük, Demokrasi ve Sosyalizm savaşçılarına ilişkin başta aile bireyleri olmak üzere, elinde belge bulunan ya da ortak anılara sahip olanları o bilgileri bizimle paylaşmalarını ve bu amaç için oluşturduğumuz web sayfamızda yayınlamalarını önemle arz ediyoruz. Bir hatırlatma olarak vurgulamalıyız ki web sayfamız; bir tartışma platformundan ziyade bilgi alışverişiyle eksiklikleri gidermeye ve ortak bir ürün yaratmaya yöneliktir. “özgürlük; güç karşısında biat edenlerin değil, direnenlerin eseridir” özdeyişi bizim kılavuzumuz olmalıdır. Bu nedenle hazırlıyacağımız bu belge hepimizin eseri olacak.
Asaf Demirhan- 28 mart 2016 Dortmund
İDAM
EDİLİŞLERİNİN YÜZÜNCÜ YILINDA
KASIMOĞLU
MEMEDALİ
VE ARKADAŞLARININ
ANISINA
1915 - 2015
AĞITLAR
DİLE GELDİ
Asaf Demirhan-
mayıs-2015
Dortmund
Ortak ürün
Kitabın
hazırlık süreci, benim için bir kilimin ilmek ilmek örülmesi gibi oldu. İlmek
atmak kolay değil. Kilime nasıl ilmek atıldığını, nakışların nasıl örüldüğünü
bilirim; mesleğim terzillik.
Ağıtlar Dile
Geldi kitabının ortaya çıkmasında bilgisine, tecrübesine başvurduğum
herkes olanaklarını ve ilişkilerini hiç üşenmeden sundu.
Elif Varlık
(Demirhan), İbrahim Demirhan, Celal Ademoğlu,
Memet Çelik , İmam Demirhan , Taşo Taş, İbrahim Bakır, Memedali Köroğlu,
İmam Pehlivan, Hüseyin Dumlupınar, İsmet Çelik, İrfan Dayıoğlu, Elif
Aslıyüce-(Demirhan), ilker Dilcan, Ali Korkmaz, Boyraz Demirhan, Hasan
Akçadağ, Memet Dag,
Haydar Demirhanin ve
adını anamadığım bir çok arkadaş görüş öneri ve emekleriyle bana güç
verdiler.
Kara kalem
çalışmasıyla yaptığı resimler ve kapak
tasarımıyla sunduğu emekle Mesut Terzi
ortak nakışı tamamlandı.
Kasımoğlu
Memedali ve arkadaşlarının katline ilişkin yeterli belge ve bilginin olmadığı
bir dönemde; Dr. Nuri Dersimi; ‘‘Kürdistan tarihinden Dersim, Halep‘‘, Evrensel
Kültür Dergisi; „Semaver Kadın“ şiiri,
H.Nedim Şahhüseyinoğlu’nun; ‘‘Kürecik‘‘, Memed Bayrak’ın; ‘‘Kürt Müziği,
Danslar ve Şarkılar- Eşkiyalık ve Eşkiyalık Türküleri‘‘ adlı eserleri benim
için birer hazine gibi oldular.
Avrupa
Kürecik Halk İnisiyatifi, bu kitabın hazırlanmasında önemli bir rol oynadı.
Şayet İnisiyatif‘in Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının idamının 100. yılı
vesilesiyle anma kararı almasıydı
kitabın kısa bir sürede hazırlanması mümkün olmayacaktı. İnisiyatif‘te yer alan
arkadaşların, hazırlanan taslağa yaptıkları öneri ve eleştiriler ve sundukları
katkı, kitabın içeriğini zenginleştirdi.
Kitabı esas
zenginleştirecek kişilerden biri, Hürü‘nün ikinci evliliğindeki oğlu Rıza
Dumlupınar‘dı. Sağlık sorunu elvermediği için görüşemedim. Ama şu bilinmeli ki
kitabın her satırında, söylenen her sözde Rıza amcanın duyguları ve
düşünceleri var. Diğer bir eksiklik olarak ifade edeceğim şey,
olanaksızlıklardan dolayı Memedali‘nin arkadaşlarına yer vermeyişimdir.
Ağıtlar Dile Geldi , ortak bir ürün,
kolektif bir çalışmadır. Amacımız; 100 yıldır dokunulamayan Kasımoğlu Memedali
olayının nedenlerini tartıştırmaktır. Tartışmayı sürdürebilirsek
eksikliklerimizi giderebileceğimizi düşünüyorum.
Kitabın tüm
geliri, Kasımoğlu Memedali etkinliklerini organize eden Arimazın-Nurhak Özgür Yaşam ve Demokrasi Platformu‘na verilecektir.
Bu
kitap bir başlangıç. Kültür ve sanat alanında geliştirip güçlendirmek bizim
elimizde.
Emeğini ve
düşüncelerini benimle paylaşan bütün arkadaşlara teşekür ederim.
Mayıs -2015 Asaf Demirhan-Dortmund
önsöz
Kasımoğlu Memedali Olayı Toplumsal
Sorunların Üzerinde Yükseldiği Bir Trajedidir.
Kasımoğlu
Memedali, 1915 yılında, Harput’ta idam edildi. Mezar yeri halen
bilinmemektedir.
Kasımoğlu Memedali’nin anayurdu Kasımuşağı Mecit’tir. Konak burda
yakılmıştır. Osmanlının askeri birlikleri konağı yakmakla kalmamış aynı zamanda
Memedali’nin babası Hacı İbrahim’in mezarını da tahrip etmişlerdir.
Kasımoğlu Mehmedali’ye ilişkin bir çok kişi ağıtlar yaktı, türküler
söyledi. Yazarlar, makaleler yazdı, kitaplarında yer verdiler. Ama yeterince
belge ve bilgiye dayalı olduklarını söylemek mümkün değil.
Tahrihsel süreçte anıların önemi yadsınamaz.
100 yıl önce yaşanmış bir olayın canlı tanıklarını bulmak olanaklı değil. Ama
bu canlı tanıkların anlatımlarını dinlemiş kişilerin azaldığı bir evrede
ulaşabildiklerimin aktarımlarını kamuoyu ile paylaşmanın doğru olacağını
düşünüyorum.
Kasımoğlu
Memedali ve arkadaşlarının idam edilmesinin üzerinden yüz yıl geçti!
Buna karşın Kasımoğlu Memedali olayı geçmiste
kalmış bir olay değildir. Çünkü o günün özgünlüğünde yaşanan sorunlar halen
çözülmüş değildir.
Elif Demirhan, Kasımoğlu Memedali’nin amcası
olan Bozo’nun torunun eşidir. 90 yaşına erişmek üzere olan bu kadın, o döneme
ilişkin en kapsamlı bilgilere sahip olan bir kaç kişiden biridir. Beni Elif ile
Kasımoğlu Memedali‘ye ilişkin görüşmeye iten en önemli etken; bir çok arkadaşın
“Herkes Kasımoğlu Memedali ile ilgili bir şeyler yazıyor. Onların bir çoğu
yalan yanlış. En azından aileden biri olarak bugüne kadar bildiklerini yazılı
hale getirsen iyi olur” gibi önerileri oldu. Ayrıca Avrupa‘daki Kürecik Halk
İnsiyatifi‘nin bu yöndeki çalışması beni teşvik etti ve cesaretlendirdi.
Belge
ve bilgi kıtlığı bilinen bir gerçek. Yüz yıl önce gerçekleşen bir idamı, idama
neden olan olay ve olguları nasıl irdeleyeceğim? Sözlü anlatımların dışında
başka bir kaynağım yok! Sözlü
anlatıcıların azlığı ve olayı algılayışları farklı. İlkin ‘en kolay ve en çabuk
bir şekilde kime ulaşırım‘ derken Elif‘in halhatırını sorarak, yakılan konak
yerinden ve Bozo‘nun ağıtlarından bahsettim. Bu, benim için bir başlangıç oldu.
Telefonun dışında başka bir olanağım olmadığı için anlatımları not alarak
yazılı hale dönüştürdüm. Elif‘in hafızasını sürekli zorlamaya çalışıyordum.
Fadime’ye (Memedali’nin kızı) neden‚‘Firar‘ deniliyordu? Bozo neden zıbın (üç
etek) giydi yada neden ağıt yaktı, sorularını defalarca sordum. Çünkü her
defasında farklı yanıtlar almama neden oldu? Elif‘in yaşı ve tecrübesi benim
için çok önemliydi. Birincisi; Elif’in dışında rahat bir şekilde bilgi
alabileceğim başka kimsenin olmaması, ikincisi de bu görüşmenin beni diğer
kişilerle yapacağım görüşmelere hazırlayacağını düşündüm. Sanırım bu yöntem,
ulaşmak istediğim bilgilerin elde edilmesinde önemli bir rol oynadı.
Bazen gerçek hayatla toplumsal değer yargıları biri biriyle
çelişebiliyor. Bozo, yaşamı ve
eserleriyle toplumda bilinen bir kişi. Ama nasıl? Bu kişi ağıtlarıyla
Memedali’nin idamını topluma maledip manevi bir bağ kurarken toplum, Bozo’yu
ret ediyor!
Niçin? Bu bilgileri Elif‘ten tek
bir kerede almadım. Hatta amacımı ilkin kendisine de söylemedim. Aile içi bir
sohbet olarak algılaması, ayrıntılara girmesine neden olabilir diye düşündüm.
Öyle de oldu. Eğer bunu yazılı hale getireceğimi söyleseydim sakıncalı olarak
gördüğü bazı bilgileri aktarmayabilirdi.
Mamo’nun (Memedali’nin amcası Bozo’nun torunu ve Elif Demirhan’ın
kocası) Bozo‘ya ilişkin acımasız ve dıştalayıcı tutumunu anlatmayabilir, ya da
devletinaile üzerindeki baskısını ve
zulmünü es geçebilirdi.
Kasimoglu memedali olayını ,Elif anlattıkça
ben de bir çok şeyi hatırladım. Çocukluk dönemimde komşumuz Fate ve Goşe Nene’lerin anlatımları,
gençlik dönemimde Tepkin köyünde Bilo,
Darıca‘da Hasan Aslıyüce,Kasımuşağı‘nda
Rıza Dumlupınar (Hürü’nün ikinci
evliliğindeki oğlu) amcalardan Memedali‘ye ilişkin duyduğum bilgilerin
tazelenmesine neden oldu. Memedali‘nin idamına ilişkin yaptığım görüşmelerde
söz dönüp dolaşıp oğlu Bozo‘ya geliyordu. Memedali‘nin idamının bilgisi sanki Bozo‘nun hayat hikayesinde gizliydi. Bunun bir nedeni; Bozo, ağıtları ile
Memedali ve sevenleri arasında güçlü bir bağ kurmuş olmasıdır. İkincisi ise,
Bozo, yaktığı ağıtlarıyla Kürecik halkını üstü örtülmeye çalışılan bir
toplumsal sorunla karşı karşıya bıraktığı gerçeğidir.
Yaptığım görüşmelerde;
anlatıcıların ifadelerine ve üslubuna dikat etmeye çalıştım. Amacım ne bir
edebi eser ortaya çıkarmak ne de bir hikaye yazmaktır. Amacım; kimine göre 24,
kimine göre 26 yaşındaki ve bölgesinde ‘‘önder‘‘ kabul edilen bu kişinin
Osmanlı devletince neden idam edildiğini araştırmak ve alevi Kürtler üzerindeki
sünni iktidar zulmünü Memedali özelinde de irdeleyebilmektir. Bunun aynı
zamanda; İttihat ve Terakki anlayışının devlete egemen olduğu Osmanlı’nın son
dönemlerinde, toplumsal koşullarının yeniden irdelenmesine ve tartışılmasına
bir vesile olacağını umuyorum.
Memedali ve arkadaşlarının idam
edildiği dönem; gecmişte kalmış, sorunları çözülmüş bir dönem değildir. O
döneme damgasını vuran; Ermeni , Rum, Kürt, Alevi, Süryani vb. etnik ve
inançsal sorunlar, bugün de aynı yakıcılığıyla devam etmektedir. Çünkü; İttihat ve Terakkici zihniyetin
ürettiği Türk-İslam Sentezi, hala yaşıyor ve devletin resmi ideolojisi
durumundadır. Bu nedenle; çeşitli kimliksel ve inançsal sorunlar çözülemedi. Bu
sorunlar çözülmeden, yaşanılan acı olaylarla toplumsal yüzleşmeler
gerçekleşmeden ne demokratik bir toplumsal yapı, ne de toplumsal bir barış inşa
edilemez..
Ermeni katliamının yoğun bir şekilde
tartışıldığı ve bir kısım bilim insanının ‘‘soykırım‘‘ diye adlandırdığı 1915
Ermeni Katliamı, Koçgiri, Dersim, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas/Madımak
katliamları; Denizlerin idamı, Mahirler’ın, İbrahim Kaypakkaya‘nın, Mazlum
Doğan’ın, Hrand Dink‘in, Berkin Elvanların katledilmesi ve Roboski katliamının anısı halen
taze ve diridir. Bugün bu sorunlar Anadolu halklarının gündemine girmiştir ama
halen çözülmemiştir.
Kasımoğlu Memdali ve arkadaşlarının
idamı,Cumhuriyet öncesi ve sonrasındaki
bu ortak sorunlar üzerinde gerçekleşmişti. Amacım işte bütün bunları,
Memedali ve arkadaşlarının idamının yüzüncü yılında tartışmaya açabilmektir.
Öte yandan neden ne olursa olsun, hiç kimsenin idam edilmemesidir.insan
ana rahmininde dünyaya özgür gelir.
Özgürlüğü sınırlıyan yasaklar insanlığın doğuşunda olmadığı
gibi İdam; en ağır ve geri dönülmez, telafisi mümkün olmayan bir ceza
biçimidir.
Kasımoğlu Memedali
ve arkadaşlarının idamının yüzüncü yılında; Mehmedali‘yi ve arkadaşlarını ailelerinin özgünlüğünde düşünemeyiz.
Atılacak her adım, yapılacak her eylem ve etkinlik toplumsal karekter
kazanacaksa bu ancak Kürecik ve çevresinde hayat bulabilir. Çünkü Memedali ve
isyanını biçimlendiren şey, Kürecik’in yerel koşulları ve toplumsal
ilişkileridir. Bu ilişkiler, anlayış ve gelenekler nesilden nesile bugüne dek
aktarılmıştır. Döneme ilişkin araştırmacılardan, hukukçulara, tarihçilerden
müzik ve belgesel yapımcılarına kadar herkesin katkısı alınarak Memedali ve
arkadaşlarının idam edilişlerinin yüzüncü yılında devlet arşivlerin açılmasını
talep etmek, bir asır boyu gizlenen mezarların ailelerine ve sevenlerine
verilmesini sağlamak zorundayız.
Ancak böylelikle
bizler, olgunun özgünlüğünü de dikkate alarak ülkenin genel bir Demokrasi
Sorunu’nun parçası olarak Memedali olayını irdeleme, hesap sorma ve toplumsal
bir yüzleşmeyi sağlayabildiğimiz ölçüde gelecek döneme Halkların Birliği ve
Kardeşliği şiarını yükselterek yürüyebiliriz.
KASIMOĞLU MEMEDALİ
KİMDİR?
Dr. Nuri Dersimi‘nin
anlatımıyla Kasımoğlu Memedali; “Malatya‘nın batısında ünlü Akçadağ aşiretleri
vardır. Dersim’den ayrılma olduklarını ileri sürerler. Gelenekleri bütünüyle
Dersimli‘ler gibidir. Yirmibeş kabileden oluşur. En ünlüleri Bekran, Harun ve
Balan kabileleridir. Reisleri Kasımoğlu Manzur idi. Onun oğlu Mehmedali, Türk
hükümetine karşı isyankar bir durum almıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda bu Kürt
yiğidi aldatılarak tutuklanmış ve Elazığ’da idam edilmişti. „
(Dr. Nuri Dersimi: Kürdistan Tarihinde Dersim, Halep, 1952, 1. Dünya
Savaşı)
Doktor Nuri
Dersimi‘nin bu aktarımları önemlidir. Tarihe düşen önemli bir nottur. Burada
bir açıklama yapmak istiyorum. Memedali‘nin
babası Hacı İbrahim, annesi Ğacedir.
Ğace Kaımuşağı köyünden Kılıç ( Male Hirbam Seli) ailesindendir.
Dedesi Ağo‘dur. Ağo‘nun babası Köse; Köse’nin babası Kasım‘dır. Veli
Paşa‘nın gelip sığındığı kişi bu
Kasımdır.. Soyağacının ayrıntılarını ancak arşivde öğrenilebilinir. Bilinen, ya
da anlatılan şu ki Kasımoğlu ailesinin Hozat yöresinden geldiğidir. Bu nedenle,
‘Kasımoğlu Munzur‘ ismini Dersimle ilişkilendirmek mümkündür.
H. Nedim
Sahhüseyinoğlu
„Kasımoğlu Mehmedali Olayı,
Kasımoğlu olayı, 1330 (1915) yılında olur..... Kasımoğlu, Kürecik Boybey
ailesindendir. 1813’teki”VELİ PAŞA” olayına da adı karışan bir aile. Hakkında
Padişahın fermanı çıkar. Daha sonraları da Kürecik’te olan ayaklanmaların öncülerinden
olduğu belirtilir. 1915’de çıkan olaya da adı karışan Kasımoğlu (Memedali), bu
ailenin bireyidir.....
Kürecik’te ağır vergilerin alımı, halkın dövülmesi, baskı görmesi sonucu
Osmanlı yönetimine karşı 1744-1765-1813-1863’de ayaklanma olmuş. 1895’de
Dumuklu olayı çıkmış. Bu olayların tümü kanlı bastırılmış. İnsanlar öldürülmüş.
Evler yakılmış ve yağmalanmış. Göçenler çoğalmış......
Kasımoğlu ailesi, uzun yıllardan beri Kürecik bölgesinde etkindir.
Geçmişte Osmanlı’ya karşı birkaç kez çatışmış. Mehmet Ali, bu ailenin oğludur.
25-26 yaşlarındadır. Yakışıklıdır, iyi ata binmektedir. Tepenin başına yapılmış
boybey konağında yayla sefasını sürmektedir. Konuğu ve hizmet edeni çoktur. Ne
var ki, doğma büyüme Kürecik’te kalmış. Bilinç düzeyi, görüş ve düşünce alanı
dardır. Boybey ailesinden olması nedeniyle Elbistan’ın “Alhasuşağı” aşiretinin
Beştepe Köyü’nde oturan bir ağanın kızıyla evlenir. Kızın adı “Huriye”dir.
Huriye Hatun, değişken düşüncelidir, kocasının üzerinde etkilidir.
O dönem 1915 Birinci Paylaşım (1. Dünya) savaşının başladığı dönemdir.
Balkan savaşında yenik çıkan Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşına zoraki
sokulmuş. Oldukça güçsüz olan Osmanlı yönetimi,anadolu’daki beylerden,
ağalardan asker, at ve yiyecek istemektedir. Aynı istekler, Kasımoğlu Mehmet
Ali’ye de yapılır. Kasımoğlu Mehmet Ali’nin karısı Huriye Hatun başta olmak
üzere, çevresi “Osmanlı yönetimi hem alevilere karşıdır ve yaşama hakkını
vermemektedir, hem kürtlere karşıdır. Sen Kasımoğlu olacaksın, alevi ve kürt
olacaksın, Osmanlıya yardım edeceksin yakışır mı sana?” diye etkilemeye
çalışırlar. Genç ve yeterince bilinçli olmayan Kasımoğlu Mehmet Ali,
Osmanlı’nın istemlerini değerlendirmeden, sonuçlarını ve gücünü hesaplamadan
reddeder, gelen görevlileri kovar. Artık Osmanlı yönetimiyle Kasımoğlu’nun
arası açılmış, ilişkiler bozulmuş. Haber Harput(Elazığ) valiliğine bildirilir.
...Önce körsüleyman köyü basılır;kasımoğluna yardım edenlerin evleri yağmalanır
ve yakılır....
Ayaklanmanın öncüleri sayılan ve öyle gösterilen Kasımoğlu Mehmet ali,
Kalo’yu Cannike, karısı Alte, Hüssiki Kuşe Elazığ’a götürülür. Askeri Mahkemede
yargılanırlar.... Yargılama sonucu, Kasımoğlu Mehmet Ali, Kalo’yu Cannike ve
karısı Alte ölüm cezasıyla cezalandırılır ve ceza yerine getirilir.” KÜRECIK
sayfa 68-71
Konuya ilişkin tüm
düşüncelerine katılmasam da H. Nedim Şahhüseyinoğlu hocamızın emeğini kamuoyu
ile paylaşmanın daha doğru olacağını düşünerek bir yanlışı düzeltmek istiyorum;
İdam edilenler arasında adı geçen Alte hanımın
idam edilmeyip Harput’ta cezaevi kapısı önünde askerlerce dipçiklenerek ya da zehirlenerek öldürüldüğü söylenmektedir.
Celal Ademoğlu, 63 yaşında.
Elbistan‘ın Beştepe köyünden. Hürü’nün
kardeşi Kalender‘in (Kalıki Sıle) torunu. Bielefeld‘de oturuyor.
“Kasımoğlu
Memedali'nin eşi Hürü ile başlayayım öncelikle...
Hürü, babamın halası
ve o dönemde okuma yazma bilen edebi yönü gelişmiş çok nadir kadınlardan
birisidir. Memedali ile evlendikleri dönem;"emperyalizmin birinci paylaşım
savaşı döneminde, osmanlı imparatorluğunun temellerinin sarsılmaya ve çökmeye
başladığı dönemdir. Asırlar boyu,"tebaası" altında bulunan halklara
uyguladığı zulümlerden, Kasımoğlu'nun yöresi Kürecik ve çevresi de yeterinden
fazla nasibini almış olduğundan, bu zalim yönetime karşı beslediği "kin ve
nefretin" tavan yaptığı, artık "bıçağın kemiğide kesmeye
başladığında" yöre halkının bir kesimi kurtuluşu devlete karşı ayaklamada
arar haklı olarak. Fakat bu konuda gerek siyasi örgütlenme yönünden gerekse de
maddi ve silah gücü bakımından oldukça yetersizdirler doğal olarak. Devletin
yöre halklarının ileri gelenlerine karşı geliştidiği ağır baskılardan Kasımoğlu
Memedali de nasibini almaya başlar kaçınılmaz olarak. Şöyle ki; devlet; yerel
yöneticileri aracığıyla Kasımoğlu'na bazı tekliflerde bulunur! Mesela; biz sana
bazı özel yetkiler vereceğiz sen de kendi yörende ve çevrendeki devletin
aleyhine çalışanları ihbar edecek, buralarda vergi ve asker toplayıp devlete
teslim edeceksin...vs. Kasımoğlu Memedali oldukça genç ve tecrübesizdir bu
konularda. Onun için evde eşi Hürü hatuna durumu anlattığında o; ‘‘yahu deli
misin? yüzyıllardır Alevi ve kürtlerin kanlarını akıtan düşman bir yapıyla
nasıl anlaşır onların hizmetine nasıl girersin?‘‘ diye çıkışır...
Bu durumda kendisi
de zaten devlete karşı tepkili olduğu için bu teklifi geri çevirir ve
osmanlının şimşeklerini bütünüyle üstüne çeker.
Kasımoğlu artık
osmanlının hedef tahtasındadır. Yok
edilmesi için ferman çıkmıştır yola. Bu arada baskı ve zulüm had safhadadır.
Memedali Kasımoğlu, baskılara dayanamaz. Ama bir mücadele için gerekli örgütsel
ve silah gücünden yoksun olduğunun bilincinde olmakla beraber yapacak çok fazla
birşey de yoktur!
Bu arada
çevresindeki aklıbaşında dost ve akrabalarına bu konuyu danışmak için
girişimlerde bulunurken Dedem' (aynı zamanda kaynı olan) Kalender'e (Kalıki
Sıle‘ye) de konuyu açar. Dedem o dönemde kendisine ‘‘Devletin gücüne karşı
koymak için elimizde şu an gerekli gücümüz yok ne siyasi olarak ne de askeri
olarak. Yüzyıllardır askeri ve siyasi donanıma sahip bir devlet gücü
karşısından muvaffak olmamız mümkün değildir, gel bu işten vazgeç. Sen daha çok
gençsin, ilerde yeterli donanıma sahip olursan o zaman bunu düşünürsün‘‘
diyerek vazgeçirmeye çalışsa da ok yaydan çıkmıştır artık. Devlet tıpkı
şimdilerde olduğu gibi, Kasımoğlu'nu yok edilmesi gereken bir düşman olarak
kara listesine almıştır.
Ayrıca bazı
köylerden, Kasımoğlu alehine, „Kasımoğlu büyük bir güçle isyana hazırlanıyor“
diye ihbarlar gitmiştir çoktan. Oysa devlet, Kasımoğlu Memedalinin emrinde
kendilerine karşı kullanacağı bir gücün olmadığının pekalâ bilincindedir. Böyle
olduğu halde büyük bir ordu gücüyle Kasımoğlu Memedali‘nin üstüne yürür ve
onlarca köylüyü katlederler. Kasımoğlu‘nun evinin yanısıra çevredeki köylülerin
evlerini de ateşe verirler. Kasımoğlu o yöreden uzaklaşır ve bir müddet ele
geçmez...
Dedem Kalender,
Kasımoğlu‘nun eşi Hürü‘yü ve çocuklarını Beştepe köyündeki evine götürüp
korumaya alır. Müfreze köyü ve evi basıp Kasımoğlu‘nu ve çocuklarını
sorduğunda, ‘‘Bunlar benim çocuklarımdır.
Memedali ve çocuklarının nerede olduklarını bilmiyorum‘‘ diyerek onları
savar.
Bir müddet sonra
Beştepe köyüne gelen Memedali, dedemle yaptığı görüşmede; ‘‘Böyle kaçak hayatı
yaşamak istemiyorum. Benim bir binbaşı arkadaşım var. Haber salmış, eğer
şimdilerde teslim olursam beni koruyacağını söylüyor. Onunla çok samimiyiz ve
güveniyorum‘‘ dediğinde yine dedem Kalender şiddetle karşı çıkar. ‘‘Oğlum deli
misin?‘‘ der! ‘‘Osmanlıya güven olurmu hiç? Gel vazgeç bu teslim olma
fikrinden‘‘ der.
Bu arada
dedemin köydeki amcaoğlu İbil, Memedali‘nin köye geldiğini öğrenir ve
"Kürecikliler yine devletle başımızı belaya sokacaklar" diye
çevresindekilere yakınır. Bu da Memedali‘nin kulağına gider ve gururunu
fevkalade incitir.
Memedali başta
arkadaşı ve samimi dostu olduğuna inandığı binbaşıya güvendiği ayrıca
İbilağanın bu serzenişine de kızdığı için gidip teslim olma kararı alır. Dedem
Kalender‘in bütün ısrarlarına karşı kararından vazgeçmez gider ve teslim olur.
Sonuç malum...
Kasımoğlu Memedali, bütün varlığı devlet tarafındandan talan edilmiş, beş
çocukla gözü yaşlı genç bir eş bırakarak, 26 yaşında, daha hayatının baharında
idam edilir.
Beş küçücük çocuğun
ve genç bir annenin ızdırabı ve oğlunun idam edilmesiyle bağrına ateş düşen bir
yaşlı annenin feryatları hiçte umurunda değildir osmanlı faşizminin!...
Babaları devletçe
katledilmiş, yetim kalmış çocuklar, varlıktan yoksulluğa, açlık ve sefalete
itilmiş, beş çocuğunu bin bir güçlükle koruyup kollamaya çalışan genç bir anne,
üstüne üstlük, çevrenin çirkin dedikodularına maruz kalarak yaşlı bir adamın
eşi olmayı kabuletmek zorunda kalan gencecik bir kadın!
Ve çektiği bütün
ızdırabını ağıtlara döken ve daha genç yaşında bu dünyadan göçüp giden
Kasımoğlu Memedali‘nin bilgili ve hatırlı eşi Hürü hatun... Ve oğlu Bozo ile
bir süre daha devam eden hazin Kasımoğlu trajedisi!
Tıpkı Osmanlının
halklara zulümü ve katliamları yüzyıllar boyu bir devlet geleneği haline
getirdiği gibi! Osmanlının, özellikle Kürt ve kızılbaşlar üzerinde tarihler
boyunca uyguladığı zulmün halkalarından sadece bir tanesidir Kasımoğlu ve
arkadaşlarının idamı.
Benim Kasımoğlu
Memedaliyle ilgili anlatılanlardan,hafızamda kalanların özeti budur...“
Kürecik -Mecit- 1915-2015
Kasımoğlu Memedali ve ailesini tanımada aile
bireylerinin aktarımları önemlidir. Bu aktarımlar şöyle;
Elif( Varlık)
Demirhan; 86- 87 yaşlarında. Mamo ile evli, on çocuk annesi. Mecit’te oturuyor. Yaşanan bir çok olayın
odağındaki kişi ve Memedali’nin oğlu ağıtcı Bozo’ya en çok haksızlığı yapan
Mamo’nun eşi. Mamo; Kasımoğlu Memedali’nin amcası Bozo’nun torunudur.
Elif Demirhan;
Yapılan büyük bir zulümdü !
“ Memedali, hükümete karşı gelmiş, asker
vermemiş! Onun için konağını yaktılar! Askerler konağı yaktıktan sonra
Memedali’nin babası Hacı İbrahim’in mezarını da yerle bir etmişler. Çok
zalimlik yapmışlar. Yapılan zulme değil insan, dağ taş günlerce ağlamış.
Konak çok
büyükmüş. İki katli . Her odasında başka bir nakış varmış. Eşi benzeri yokmuş. Konak askerler tarafından yakılınca aylarca
duman tütmüş. Yangın sönmemiş. Yıllarca değil insan, börtü böcek, konak yerinin
yanına yaklaşmamış. Her taraf katran kokuyormuş. Bulgurun, unun, yağın, kışlık
yiyeceklerin kokusu ardıç ağacının kokusuyla biribirine karışmış.
Memedali
Hürü ile evliydi
Memedali, idam edildiğinde 25-26
yaşlarındaymış. Yakışıklı ve yiğit bir delikanlıymış. Güzel bir atı varmış.
Atına binince herkes hayran kalırmış. Tüfeğini ( Tifance Zirav) omuzundan hiç
eksik etmezmiş.
‘’Memedali, Hürü ile evliydi. Hürü, Alhaslı
idi. Ailesine; ‘‘Süllügil‘‘ derler. Beştepe Köyü‘nde otururlar.
Beş çocukları vardı. Asaf, Hacı
İbrahim, Bozo, Fate ve Fadime (Firar). Memedali kaçak duruma
düşünce, Fadime küçükmüş çok sevdiği için onu yanında gezdirirmiş. Bundan
dolayı Fadime’ye ‘Firar‘ dermiş! Asaf’ın dışında diğerlerinin çocukları olmadı.
Asaf‘ın iki oğlu var; Haydar ve İbrahim. ikisini de benim düğünümde sünnet
ettiler. Haydar, genç yaşta öldü. İbrahim ise Bilamuşağı’nda oturuyor. 75 yaşın
üzerinde.
Memedali Harput´ta idam ediliyor
‘‘Ne bileyim yavrum çok zaman geçti. Memedali, hükümete
vergi vermemiş, asker vermemiş! Hükümete karşı koymuş. Hükümet, haber salmış;
‘Sana, Harayi ( Akçadağ yakınlarında büyük bir çiftlik) verek.“ Seni paşa edek“
demiş. O, kabul etmemiş.!
Hükümet büyük bir
orduyla küreciğe baskın yapıyor. Körsüleyman‘ın alt tarafında
Karagöz Çeşmesinin olduğu yerde
askerlerle büyük bir çatışma olmuş.
Çatışmada çok kişi ölmüş. Memedali de Alhas‘a Beştepe Köyü‘ne gitmiş. Kimi
diyor yakalandı, kimi diyor kendisi Harput’a gitti. Kimse korkudan ardından
gitmemiş. O zamanlar kimsenin okuma yazması yoktu, yol yordam bilmiyorlardı.
Bizimkiler ne yapacaklarını şaşırmışlar.
Orda da (Harput‘ta)
idam etmişler. Mezarını korkudan kimse o zaman gidip sormadı. Yeri belli değil
diyorlardı. Halen kimse bilmiyor. Belki mezarı yok! “
Memedali‘nin idamından sonra çocukları nasıl yaşadılar?
Elif, „Çocukların hepsi genç yaşta meraktan öldü.
Firar (Fadime) benim eltimdi. Kaynım Bozo ile evlendikten kısa bir süre sonra
ölmüş. Hasta falan değilmiş! Fate, Harunuşağı’ndan Devrişler‘in geliniydi, o da
evlendikten sonra öldü. Haciibrahim,
Asaf ha keza! Birer birer gittiler.
Böyle bir şey olamaz. Sanki dünyaya küstüler. ‘Babalarının asılmasına
dayanamadılar’ denir. Bozo biraz yaşadı. Bozo ağıt söylerdi. Genç yaşta evi
terketti. Kürne‘ye gitti.
Bozo zıbın giyiyor
Bir gece Bozo’nun zıbın giyip gittiğini söylediler. Bozo gidince her biri ardından bir
şey söyledi. Kimi dedi ki ‘’erkek değilmiş. Erkek olsa kadın zıbını giymezdi’’.
Kimi dedi ki babasının intikamını almayınca kadın fistanı giydi!’’. Ama ne
bileyim! Ben şalvarlı haliyle gördüm. Çok akıllıydı. Sözünü bilen biriydi.
Cemaat adamıydı. Bozo, önce babasını, sonra dört kardeşini kaybetti. Küçük
yaşta kimsesiz ve öksüz kaldılar. Evleri harap oldu, konaklarını yaktılar.
Ocakları tütmez oldu. Eskiden doktur yoktu gidilsin. Bozo çok acı çekti. İyi ki
aklını oynatmadı. Cenaze cenaze dolaşırdı, ağıt söylerdi. Bizimkiler ona hic
iyi davranmadılar, çok gaddarlık
yaptılar.
Mamo (Elif’in eşi) yüzünü görmek istemezdi.
„Sülalenin adını batırdı’’derdi. Gördüğünde de hakaret eder dövmeye kalkışırdı.
Bizler (kadınlar) korkudan Mamo’ya bir şey söylemezdik. Erkekler de
‘hakettiğini’ söylerlerdi.“
Bozo ağıt yakarken dinledin mi?
Elif ,‘’Kaynım
Mustafa, genç yaşta öldüğünde Bozo korkudan cenazeye gelmedi. 10-15 gün sonra
Bozo, Bilamuşağı tarafında Kandil’de belirdi. Aşağıdan ağıt söyleyerek
geliyordu. Kayalıkların
üzerine oturdu. Ağıt söylemeye devam
ettti. Ben, Mamo’ya yemek götürmüştüm.
Mamo çift sürüyordu. Mamo, karasabanın arkasında diz çöktü mısası (-karasabanın
çamurunu temizlemek için kullanılan alet-) kendine destek ederek hüngür hüngür
ağladı. Sana ne oluyor, dedim. Bozo’yu hakir görürdün. Şimdi ise ağlıyorsun,
dediğimde“, Mamo’nun cevabı şu oldu. “Bu nasıl bir insan, anlamadım. İnsanın
yüreğini yakıyor baksana. Ağıtlarına değil insan, dağ taş ağlıyor“.
Fadime, İmam’ı alıp yanına gidiyordu. Ben korktum, Mamo,
bir olay çıkartır diye. Baktım İmam, Bozo’nun kucağında eve doğru geliyorlardı.
Bozo, Fadime’yi ağıt yakarak karşılamış; ‘’Ben, Mustafa’yı görmeye geldim. Sen
Mustafa’nın teberiğiyle(oğlu) beni karşıladın.’’ demiş. Tabi bunu Kürtçe ağıt
olarak söylemiş. Fadime bana söyledi ama ben unuttum.
Bozo ailede bir
olay çıkmasın
diye eve gelmek istememiş.Fadime’nin
tüm ısrarlarına rağmen dönüp gerisin geriye gitmek istemiş. Fadime, Bozo’nun
gelmeyeceğini anlayınca İmam’ı kucağına veriyor, kendisi de Mecit’e yönünü
dönderip yürümeye başlayınca Bozo arkasından yürüyerek eve geldi. Fadime siyah eşarplıydı. Yaslı
kadındı. Mamo’nun kendisini kırmayacağını düşünerek Bozoyu eve getirdi.
Mecit`te büyük bir figan koptu!
O gün evde
olay olmadı. Mamo ses yapmadı. Bir tarafinda genç yaşta kaybettiği kardeşi
Mustafa’nın oğlu İmam, diğer tarafında ise babasının idamına , annesinin ve
kardeşlerinin ölümüne küçük yaşta tanık olan Bozo! Bozo, o gün hep ağıt yaktı.
Hepimiz ağladık. Kimsenin gözyaşı kurumak bilmedi. Kadınların yüzünde
kanatılmayan yer kalmadı. Mahallede büyük bir figan koptu. O gün hepimiz
rahatladık! Dağ, taş koyun kuzu herkes içini döktü. Allah kimsenin başına
vermesin. Hepimiz acı çektik. Herkes acı çekti ama
Bozo’nunki farklıydı. Dile kolay, oturduğu yerde kaynar dururdu. Ağıt yakardı.
En son
Zeynep’in (Elif’in kaynı Bozo’nun kızı) cenazesine geldi. Zeynep de çok genç
yaşta öldü. Zeynep’in fistanını eline alınca dağ taş inledi. ‘’Örenli gelin
veremli gelin’’ ağıdını yaktı durdu. Mamko Mamo Mamadali ağıdını yaktı. Tüm
yürekleri yakarak kalkıp gitti. O, kalkıp gittiğinde hiç bir allahın kulu
‘açmısın susuz musun, niye kalmıyorsun’ demedi. Kendi kanındaki kendi canındaki
insanlara nasıl yabancılaştı bu adam diye düşündüm..Bozonun derdi büyüktü. Hiç birimiz onu anlamadik”
Bozo
neden zıbın giymişti?
‘‘Amannn!
ben ne desem! Kadın olduğu için mi, yoksa babasının intikamını alamadığı için
mi bilmem. Bizim zamanımızda babasının intikamını almayanları adamdan
saymazlardı.
Kimse Bozo’yu adamdan saymazdı. Bozo
da bunu biliyordu. Belki bunun için zıbın giydi! Benim duyduğuma göre; Bozo
demişki ‘’Ben adam olsam babamın
intikamını alırdım. Gücüm hükümete yetmez.
Bu halimle milletin içinde gezemem. Kürecik aşireti de ağasını
sahiplenmedi. Ben bu diyarda duramam“ deyip başını gecenin bir karanlığında
alıp gitmiş. Önceleri Doğma Suyu’nun (Fırat’ın bir kolu) çevresindeki Kürne
köylerinde nerde akşam orda sabah, konaklana konaklana geziyormuş. Bozo derdini kimseye anlatamazmış, anlatsa da
kimse anlamıyor. Herkes onun giydiği zıbını konuşurdu. Bozo cenazeden cenazeye gider derdini ağıt
yakarak anlatırdı. Bizimkiler sahiplik etmedi. Yatalak olunca bizimkilere haber
verdiler, İbrahim gidip amcasını Kötükale Köyü‘nden aldı getirdi. Bozo derdini
ağıtlarla dile getirirdi diye, bizimkiler yapabilselerdi onu canlı canlı
gömeceklerdi!
Bence Bozo
bunu haketmedi.”
Kasımoğlu Memedali’nin anayurdu neresi?
Elif, ‘’Memedalin
ana yurdu Kasımuşağı Mecit’tir. Memedali’nin Bilamuşağı’nda da konağı varmış.
Kışın misafirlerini Bilamuşağı‘nda ağırlarmış.
Memedali´nin yakılan
Konağı çok büyüktü. 29-30 odası varmış. Her odasında ayrı bir
nakiş varmış. Nakışı yapan ustaların macir (ermeni) olduklarını söylerlerdi. Konak
yapılırken Hürü’nün isteği şu; „bu konağın her odasında bir misafir olmalı. Bir tarafında cocuklar
oynarken diğer tarafında misafirler rahatsız olmamalı. Hürü ne düşündü ne
başına geldi. Çocuklarıyla konakta fazla
yaşıyamadı. İstediği gibi
misafirlerini ağırlıyamadı Hürü.
Duyguları yaktılar
Konağı
yaktılar. O ateş nasıl tutuşturuldu. O yangın hala sönmedi. Bu acıya insanlar
nasıl dayandı.
Konağın bir
eşi benzeri yokmuş. Konak yapılırken kimler yoktu ki? Konağın temelinde
kimlerin emeği yoktu ki. Herkesin
vardı. Kürnelilerin, Küreciklilerin, Macirlerin (ermeniler) hepsinin emeği vardı. Yaktılar.
İnsanların emeğini, duygularını
yaktılar.
Gözyaşları halen dinmek bilmiyor. 100 yıl olmuş. Zaman nasıl
gelip geçiyor. Evden çıkıp harman yerine gittiğimde elimi toprağa sürerim. Bazan avcuma toprak
alırım. Toprağı koklarım, kıyamamki atayım. Biri Fate, bir Bozo, zanederimki
Hürü‘nün çocuklarına elim dokunuyor. Toprağın tanelerini okşarım elimde dökülmesin isterim. Hangisi Asaf, hangisi Firar….. Onlarla konuşur
dertleşirim. Ne bileyim yavrum, insanın duyguları hiç
yaşlanmıyor, hep canlı ve diri.
Evimizin ön duvarında
konağın taşları var. Yangında kurtulan
bazı taşları Mamo bu evimizin dış duvarlarına koydu. Dedemizin yadigarı derdi
. Taşların bazıları işlemeli.* Ön cephedeki işlemeli taşlar yakılan konağın taşlarıdır. Mamo işlemeli taşların kirlenmesini hiç istemezdi. Mendili ile işlemelerin üzerini siler bu taşlarla hep konuşurdu. Bazan ağladığını görürdüm. Yanına gidip
derdini paylaşmak isterdim
ama korkudan gidemezdim. Sert adamdı!
Ağlamasını kimseye göstermek istemezdi. Erkek adamın ağlamasını başkası
görürse el alem ne der diye düşünürdü.
Mamo konak yerininin bir kısmını harman yaptı.Memedali‘nin konak yeri şimdi harman yeri. Harman yerinin misafiri hiç eksik olmaz.Mamo
harman yerine gelen hiç
kimseyi boş döndermedi. Bunlar Memedalinin misafirleri derdi. Yavrum harman
boluktur, berekettir, nimettir. Bu
nimete hainlik eden ifla olmaz.
Kasımoğlu ailesi büyüdükçe dağıldılar
Memedali‘nin Bozo adında bir amcası varmış. Dumuklu Ali İsyanı‘nda ölmüş. Bozo‘nun
Yusuf ve İmam adında iki oğlu var. Mecit’te Yusuf’un torunları oturuyor. Ben
Yusuf ve Zöre´nin (İko)
geliniyim. İmam, Ören’e göç ediyor. İmam‘ın oğlu Yusuf daha yeni öldü. Bir
diğer oğlu Haco ise Ören’de oturuyor. Benden büyük 90 yaşın üstünde.
Memedali’nin kendi torunu (Asaf‘ın oğlu) İbrahim, halen Bilamuşağı‘nda oturuyor. Kasımoğlu ailesi büyüdükçe dağıldılar.
Her biri bir yerde. Antep, İstanbul, Adana ve İzmir’de oturanlar var. Almanya‘ya gidenler var. Herkes
dağıldı. Mecit, eskiden beri küçük bir mezra. Yazları kalabalıklaşır. Gençler
gelince burası şenlenir. Gençler sabaha kadar oturur saz çalar, türkü söyler.
Ben istiyorum ki hep gençler burda kalsınlar.”
* işlemeli: taşların üzerinde eski yazı var.
İbrahim
Demirhan, Asaf‘ın oğlu; Memedali‘nin torunu. Ağıtçı Bozo’nun
yeğeni. 78 yaşında.
Bilamuşağı‘nda oturuyor. Memedali‘nin duygularını bir çok yöniyle
yaşıyanlardan biri! Hatıralarına dokunan, kokliyan hiseden İbrahim, Yokluk ve yoksulluktan dolayı Memedali ve
Hürünün kahve fincanlarını, yemek
takımlarını, halı ve kilimlerini ve daha bir çok değerli eşyasını satarken göz
yaşlarını içine akıtan, üzüntüsünü
kimseye belli ettirmeyen İbrahim
anlatıyor;
‘‘Dedem
idam edildiğinde, babam, amcalarım ve halalarım belirli bir dönem Hürü nenemin
kardeşlerinde, Beştepe köyünden kalmışlar. Osmanlı müfrezesi, bu çocukları hep
aramış ama bulamamış. Kimse ihbar etmemiş. Eğer yakalansalardı hepsini
öldürürürlerdi.
Nenem cok
büyük acılarla cocuklarını büyütmeye
calışırken milletin (yöre halkı) baskısıda üzerinde yoğunşlaşmış.
Evlenmiş. genc yaşta öldü. Daha sonra
İmam amca( memedalinin amcası Bozonun torunu) babamları yalnız bırakmamış sahiplik etmiş. İmam amca Ören’e taşınana kadar Bilamuşağında bizimle kaldı.
Sonra?
Babam,
amcam ve halalarım çok genç yaşta öldüler. Hiç biri gençliğini yaşıyamadı. ‘‘İçlerinde amcam Bozo çok yaşadı. Amcam
hep ağıt söylerdi. Ağıt söylediği için biz utanırdık. ‘Erkek adam ağıt söyler
mi‘ derdik. Dedem idam edildiğinde Bozo çok küçükmüş!. Bozo‘nun kıymetini biz
bilemedik. Çok kötülük yaptık. Ağıt yaktığı için adamı dıştaladık.
Sevdiklerinin cenazesine gelemezdi. Eve gelip bizlerle acısını paylaşmaya
korkardı. Bizden korktuğu gibi devletten de korkuyordu.“
Neden devlette korkardı?
‘‘Asker kaçağıydı. “Ben bu devlete askerlik yapmam‘‘
diyordu. ‘‘Bu devlet babamı
idam etti. Babamı idam eden devlete askerlik yapmam’’ diyordu. Askerlik
yapmadı. ‘Askere gitmeyin’ diyordu. Bakıma muhtaç duruma düşünce gittim
Kürne’den alıp getirdim. Bize çok kırgın olduğunu biliyordum. Ama bize
küskünlüğünü hissetmedim. Ümütsüz adam değildi. Ölüm döşeğinde kimseye yalvar
yakar olmadı. Dirayetli bir kişiliği vardı. Toplum adamıydı. Ağıtlarıyla Kürne
ve Kürecik aşiretleri arasında bağ kurduğunu söylüyordu. Alevi sünni ayrımı
yapmazdı. Herkesin cenazesine gider ağıt yakardı.“Yaktığım ağıtlar bir gün dile gelir’’ diyordu. Yaktığı ağıtlar
şimdi dilden dile. Amcam gerçek bir şairmiş! Bunca kötülük yapmamıza rağmen
sırtını bize dönmedi. Bizi hep sevdi. Ama biz elin aklıyla amcamızın kıymetini
bilemedik. Öldüğünde pek yaşlı sayılmazdı. Benim Haydar, ortaokula gidiyordu.
Sanırım 6O yaşındaydı. Bozo’nun ölümü 50 yıl olmadı.’’
İmam
Demirhan, 63 yaşında.Memedali’nin amcasının torunu, Mustafa’nın oğlu. Annesiyle birlikte
Bozo’yu eve getirten çocuk! Mecit’te
oturuyor.
Yaptığımız
söyleşide İmam Demirhan;
‘’Bozo’yu anlatayım önce’’ diyerek söze başladı;
‘’Bozo,
Kasımoğlu Memedali’nin oğludur. Ağıt yakardı. Büyük, küçük demeden, ünlü-ünsüz,
kadın-erkek ayrımı yapmadan kendiliğinden tüm cenazelere gider ağıt yakardı.
Gençlik yıllarında kardeşi Fate, Fadime, Asaf ve Hacı İbrahim’i kaybetti. Küçük
yaşlarda babasının idamına tanık oldu. annesinin (Hürü) ikinci evliliğine tanık
olurken ölümü ile bir daha çok sarsıldı.
Tanıyan
herkes Bozo‘nun zeki, üretken biri olduğunu bilirdi. Yaktığı ağıtlarda değil
insanı kurdu kuşu ağlatırdı“. Çok genç yaşta aileden ayrılarak Kürne’nin
Palanka, Kalıklar gibi köylerinde gezdiğini ve daha sonra Kötükale köyüne
yerleştiği biliyorum.“ dedi.
Bozo’nun
kadın kıyafeti giyerek aileden ayrıldığı söyleniyor. Bu doğru mu?
‘’Bozo’nun
zıbın giydiği doğrudur. Onun zıbın giymesinin nedeni; babasının intikamını
alacak gücü kendisinde bulamamasıdır. Kürecik aşiretinde de Memedali’nin
intikamını alma gibi bir çabanın olmadığını farketmiş olmalı ki;.“Ben babamın intikamını alamadım. Aşiret de
ağasının intikamını almadı.“ dediği bilinmektedir.
Protesto
amaçlı giydiği kadın kıyafeti yüzünden ailemizden ve aynı zamanda Kürecik
toplumundan da dıştalanır. Rahmetli Vahap
Tekin, oğlu Niyazi Tekin’in faşistler tarafından öldürülmesinden sonra
bize geldi. Niyazi Tekin, 68
kuşağında üniversite ögrencisiydi. 1971 yılında İstanbul’da fasistler tarafinda
öldürüldü. Vahap amcanın söylediği
ilk söz şu oldu; ‘’Başta siz sonra hepimiz, tüm toplum akıllısı, akılsızı,
Bozo’ya çok haksızlık ettik. Ağıt yaktı diye adamı toplumdan dıştaladık.
Bozo’yu anlamadık. Hayata bağlayacak herşeyini kaybetti. Bozo isyan
etmesin de kim isyan etsin? Ben de şimdi ağıt yakıyorum. İnsanın yüreği yanarsa
ağıt da yakar fistan da giyer!“dedi.
Bozo‘nun yaktığı ağıtlar hakında ne düşünüyorsun?
„Rahmetli Fidan
Kanat‘ın ( Rıza Dumlupınar‘ın üvey
kardeşi) anlattağına göre, “ Memedali idam edildiğinde elbiselerini Harput’ta
polat dereli Hasan getirdi. Elbiseleri
Hürü‘ye teslim ettiğinde „Mamko Mamko
Mamko Mamadali“ diyerek verdi. Hürü
Memedali‘nin çeketini eline alarak ağıt
yaktı. Dağ taş inledi. Mamko Mamko Mamadali dilinde hiç düşmedi.
Yatarken söylüyordu, kalkarken söylüyordu.
Bozo o zaman 4-5 yaşlarındaydı. Cok sessiz bir çocuktu. Bu sessiz
çocuk sonra ağıt yaktı! Bozo
gittiği her cenazede Mamko Mamo Mamadali ağıdını yaktı durdu.“
Bozo küçük yaşta
büyük acı yaşadı. Çoçukluğu ağıt dinliyerek geçti. O zaman Mamko Mamko nakarati beynine öyle işlemiş olmalı ki, başta
babası için söylediği ‘’Mamko Mamko Mamadali’’ ağıdı olmak üzere Kürecik için
yaktığı ağıtlar dilden dile dolaşmaktadır. O,„Cenazemi kaldırmayın lo, aşiretim gelmeyince „diyerek ;topluma duyduğu
güveni vurgular. Yaktığı
ağıtlarla ümidini sürekli yeniler. Bozo;Memedali‘nin cenazesinin sahipsiz
kalmayacağını, doğduğu toprakta bir mezar taşının eninde sonunda sevenleri
tarafından dikileceğini düşünür. O, topluma duyduğu sevdayı ve bu sevdanın karşılıksız kalmayacagı
ümidiyle ağıtlarını yakar.
Bir diğer
ağıdında da babasının ağzından abisi Asaf‘a
seslenerek Memedali’nin intikamını almasını ister;
Öderm‘ola öderm’ola
Benim konağım tüterm’ola
Başkasından umudum yok
Esef* yerim tutarm’ola....
Aslında bu bizler için bir vasiyettir. Memedali‘nin idamının
üzerinden yüz yıl geçti. Dört kuşak değişti. Biz ne yaptik? Hiç bir şey! Çok
acı. Acılar dinmez, kabuk bağlar. Eninde sonunda kabuk çatlar, yaraya merhem
bulunur. Yüz yıl sonra Mecit’te, Kasımoğlu Memedali anması için bir çabanın
ortaya çıkacağını hiç düşünememiştim. Duygularımı hangi kelimelerle anlatsam!
Ne desem! Bozo‘nun ağıtları bugün hayat buluyor. Memedali, sevenleriyle
buluşuyor. Ne kadar büyük bir olay!Bozo icin, Kim ne derse desin eğer Mecit‘te
anıt mezar yapılır ve Memedali‘ye vefa burcu ödenirse, bunda Bozo‘nun payı çok
olacaktır.
Aslında Bozo‘nun yaşamı en az babasının ölümü kadar acı ve
derindir. Bence daha da derin bir sızıyı içermektedir. Bu sızıyı ancak böyle
bir şey dindirebilirdi. Anıt mezarın yapıldığı, anmanın olduğu gün Bozo,
topluma yeniden karışacak. Babasının misafirlerini ağırlayacak, üstündeki
zıbını utandığı için değil, amacına ulaştığı için çıkaracak. Ağıtlarını tüm
dostlarıyla söyleyecek. Sonra zıbını
Memedali’nin poşusuna sarıp sarmalayacak ve topluma armağan edecek!“
* Memedali’nin
büyük oğlu Asaf
Memet
Çelik, 8o yaşında.
Aşağı Amoklu köyünde.Bozo‘nun yanık sesinden ağıt dinleyen, acılı anlarını,
Bozo‘nun yaktığı ağıtlarla teselli etmeye çalışan, onunla birlikte gözyaşı
döken ve aynı cemaat ortamını paylaşan Memet Çelik;
''Ben Bozo'yu çok
iyi tanırım. Kendisi Kasımuşağı köyünden kaçıp Kalıkan köyüne geldi önce. Ama
sadece burada kalmıyordu. Tozlu, Palanka köyleri başta olmak üzere bir çok
köyde kaldığını bilirim. Benim amcam (İrbame Pire) o dönemlerde cemaat adamıydı
ve uzun süre köyün de muhtarıydı. Amcamın cenazesine de geldi. Sonra amcamın
kızı ölünce onun da cenazesine geldi. Benim de gittiğim herhalde tüm
cenazelerde vardı Bozo. Kendisiyle cemaatlerde de karşılaşırdık. Çok
konuşmazdı. Hatta sanırım hiç konuşmazdı. Ailesinden ve köyünden hiç söz
etmezdi. Çok yakışıklı biriydi. Çok güzel de sesi vardı, yanıktı sesi. Her
cenazede ağıtlar söylerdi. Bizim oralarda herkes onu sever ve sayardı. O
zamanlarda hatır-gönül vardı, kimse onun gibi kimsesizleri dışarda bırakmazdı.
Zıbın değil ama fistana benzer elbise giydiğini gördüm. Bildiğim, duyduğum
Bozo'nun bir yatağı, birkaç kap-kacağı vardı. Gezerdi hep köylerde. Herkes
severek misafir ederdi. Çok temiz bir insandı. Yıllarca oralarda yaşadı,
hakkında eksik-yanlış birşey duymadım.”dedi
İbrahim Bakır , 80 yaşında.
Elbistan’ın Hüyücek köyünde. 15 yıl Hüyücek köyünde muhtarlık yaptı. Karagöz (Çavraş‘ın) oğlu.
Karagöz Memedali`nin güven duyduğu sadık bir yoldaşı. Memedali´nin hediye ettiği
hamilini hep üzerininde taşıdıgını söyliyen
Bakir;
“Kasımoğlu Memedali Kürecik‘teki çatışmadan sonra
Beştepe köyüne geliyor. Babam
Memedali‘yi daha önce tanıdığı için hemen yanına gidiyor. Ve birlikte hareket
edeceğini söylüyor. Elbistan‘ın dağ ve ova köylerinde birlikte kalıyorlar.
Elazığ‘daki binbaşı arkadaşı, 10- 15 gün
yakalanmaması için haber göderiyor. Yakalanmamak için Beştepe Köyü‘nde, kaynı
İbrahim’in (Hirbami selı) evinden ayrılınca Tabkıran, Atmalı gibi birçok köyde
kalırlarmış! Bir gün Çöplü Köyü‘nde Hasan ağanın evine gittiğinde hanımı kapıyı
açıyor. „Eyvah Kasımoğlu geldi başımızı belaya sokacak“ diyor. Araladığı kapıyı
gerisin geriye kapatmak isteyince babam kapıyı zorlayıp içeri girmek istiyor. Memedali attan inmeden babama
seslenerek „gel“ diyor.
Kapının Memedali‘nin üstüne örtülmüş olması çok
zoruna gitmiş. Artık böyle yaşanmayacağını düşünmüş olmalı ki Harput‘taki
arkadaşı binbaşının yanına gitmek için
karar veriyor. Ve yola düşüyorlar.Doğanşehir
istikametinden Harputa doğru yol alıyorlar.
Bu olay;
Memedali‘yi idama götüren ilk adım olmuş!
Babam kendisiyle birlikte Malatya Kömürhan
Köprüsü‘ne kadar eşlik ediyor. Babam ayrılırken Memedalinin üzerinde taşıdığı hamilini hediye ediyor. Memedali çok yiğit, kadir
kıymet bilen bir delikanlı imiş. Babam
da çok yiğit, silahına güvenen biriydi. Hamilini her zaman üstünde taşıdı.
Ölene kadar Memedali‘nin bu hediyesini koynundan çıkarmadı. Hamili çok kutsaldır.“dedi.
Mehmet Ali (Mulali) Köroğlu, 76 yaşında.
Almanya’da işçi emeklisi. Körsüleyman
Köyünde. Kasımoğlu Memedali olayında çatışmada yaralanan Halil’in (Ğinto)
kardeşinin oğlu.
“Kasımoğlu İsyanına
ilişkin o dönemi birebir amcam Halil ve diğer büyüklerimizden dinlediğim ve
hatırladığım kadarıyla, Kasımoğlu halk kuvvetleri ile devlet askerleri, bizim
köyün alt tarafında karşı karşıya geliyorlar. Karagöz Çeşmesi’nde büyük bir
çatışma çıkıyor. Bu çatışmada askeri birlikler geri çekilmek zorunda
kalıyorlar. Sarhacı ve Develi’ye doğru geri çekilen askeri güçlere, atı ile
yetişen bir ihbarcı (Kör Mahmut), komutana “Siz kesinlikle bu kaba gürültüye
kanmayın. Memedali’nin silahları ilkel birer başıbozuktan ibarettir” diyerek
İhbarda bulunur. İhbardan güç ve cesaret alan komutan, tekrar saldırı emrini
verir ve ikinci çatışma çıkar. İkinci çatışmada büyük bir katliam yaşanır.
Evler yakılıp yıkılır. Kitlesel gözaltı ve sürgünler olur. Bizim köylü Alte
hanım ve kocası yakalanip Harput’a
götürülüyor. Alte hanımın kocasn Kali Canike idam ediliyor: Alte hanım
ise, dipcikle yada zehirlenerek öldürülüyor.
Memedali olayından önce Dumuklu Ali İsyanı
oldu. Bu isyanda dedemiz Mamaraş öldürüldü. Askerin zulmünden kaçan nenemiz
Hane, kundaktaki bebesini karın üzerinde bırakmak zorunda kalıyor. Geriden
gelenler kundaktaki bebeği yanlarina aliyorlar.. Zöre (İko) böyle kurtuluyor!
Eğer bir anne bebesini yerinde bırakıyorsa yaşanan vahşetin büyüklüğünü
hesaplamak mümkün değil.
Karın
üzerinde bulunan bu bebek(Iko)
büyüdükten sonra Kasımoğlu ailesinden Memedalının amcasının oğlu Yusuf
ile evleniyor.
Bir diğer Kürecik İsyanından da dedelerimiz
Memet ve Hasan Kardeşlerin Kürne Kalesi’nde Osmanlı’nın askerleri tarafından
öldürüldüğünü de biliyoruz.
Kasımoğlu Memedali İsyanı yöredeki ilk değil.
Kürecikliler eskiden beri devletle uzlaşmamış ve bundan dolayı hep çatışmalar
yaşanmıştır” diyor
Taşo Taş – Husski Kuşe´nin oğlu.
9o yaşın üstünde. Tepkin Köyü‘nde oturuyor.
“ . Babam idam
edilmedi.
Babam Memedali ile kader arkadaşıydı.
Memedali‘nin yanından ayrılmazdı Memedali idam edildiğinde babam da
hapisteydi. Müebbet hapis cezası
vermişlerdi. Daha sonra af yasasıyla serbest bırakıldı.1945 yılında vefat
etti.
Memedali çok
gençti. Yiğit bir delikanlı olduğunu
babam söylerdi. Dostluğunda kusur etmezmiş. Memedali topluma güvendi. Ama
toplumda tam birlik sağlıyamadı. Osmanlıya baş kaldırdı. Askere gitmediği gibi
kimseyi askere gödermedi. Vergi vermedi. O zaman askeri kışla Akçadağ’daydı.
Akçadağ‘dan defalarca haber salınmış hiç bir şeye aldırış etmemiş. Bu yüzden
hükümet büyük bir askeri müfrezeyle Küreciğe saldırmş. Kelanlı‘nın alt tarfında
büyük bir çatışma çıkmış. Askeri müfreze büyük kayıp vermiş. Askerin geri
çekildiğini babam söylerdi. İkinci çatışmada bizimkiler büyük kayıp veriyor.
Çok adam ölüyor. Babam ‘‘Kelanlı ve
Tataruşağı‘nda bazı kişiler bizi ihbar etti‘. derdi.
Çatışmadan sonra
Memedali Alhas tarafına gidiyor.Babam da köyde yakalanıyor. Askeri müfreze
günlerce Kürecik‘ten çıkmamış! Daha
sonra her taraf yerle bir edilmiş. Yakmışlar yıkmışlar. Subayın biri Memedali`nin Konağı
tutuşturmak için gaz istemiş.
Evin
yataklarına gaz döküp tutuşturulunca yangın günlerce sönmemiş. Konak çok büyükmüş. Bir yanında ev halkı
otururken diğer tarafta misafirler ağırlanırmış. Memedali‘nin çocukları iyi gün görmedi. Yaşamları acı ve yoksullukla
geçti.
Memedali idam edildikten sonra çocuklarına
Bilamuşağı‘nda İmam amca (Memedlinin amcası Bozo‘nun oğlu Ören‘e taşınana
kadar) sahiplik etti. Rahmetli İmam
amcanın hakkı inkar edilemez. Akıllı ve Yiğit adamdı.
Ben sık sık Memedaligile giderdim. Annem bana lahana verip göderirdi.Annem
Memedali‘nin çocuklarıyla ekmeğini bölüşürdü. Çok küçük yaşta olmama rağmen ne
zaman annem beni gönderse ikiletmeden tepkinden Bilamuşağına seve seve giderdim. Asaf beni karşılar ‘‘kardeş‘‘ derdi. Ben çok sevinirdim. Babalarımız kader
arkadaşlarıydı. Yaşça bende cok büyük olmasına rağmen beni yanına oturturdu.
Eşi Base beni kucağına alır bir anne şevkatıyla severdi“dedi
Mehmet Dağ
,76 yaşında Bilemuşağı Köyü’nde. Hollandada emekli. okur yazar
olmadığı gencliğinde Antepte hamlık
numarası alamiyan Dağ , yağlı boya resim çalişmasiyla Yüz yermi civarinda tablosu olan ,Okuma yazmayı öğrenen, resim sergileri açan, ödüller alan, kitap yazan,
fotoğrafçılık yapan Dağ, , Kürecik’te bir çok evi ve kişiyi yağlı boya çalışmasıyla resmetmiş biri . Ak saçlı bu
adam Kürecik sevdalısı.
O,yaşadıklarıyla canlı bir tarih,Almelo daki evinde oluşturduğu
arşiviyle cok mutlu olan Dağ;
“Amcam Veysal Memedali’nin kirvesiymiş. Biz halen Memedali’nin torunlarına
kirve deriz. Memedali’nin Mecitteki konağı yakılınca , Bizim köyde de bir çok
ev yakıldı yıkıldn. Bizim evinde bir bolümü yanmiş. Memedali’nin Mecitte’ki konağı çok büyük ve
orta yerinde kuppeye benzer bir şekli olduğunu nenem anlatırdı. Nakışlı ve
çivit boya ile boyandığını söylerdi. Darendeden özel ustaların geldiğini
söylerdi.Konak ateşe verilince günlerce
yanmış.her yer alev ve ateş olmuş. boyanın ve nakışlı ağaçların kokusu göğe
sinmiş.
Ben Memedali’nin çocuklarını
tanırim . onlar bende büyüklerdi. Asaf otoriter biriydi. Bozo çok sakin ve
duygusaldı. Memedali’nin idamından sonra bozo ağıt yakardı. Bizim köyde ve
Demircilerde ağıt yakarken dinledim. Ben cura çalarım, bazan bir çok arkadaşla
bir araya gelir mamko mamko memedali
ağıdını birlikte çalar söylerdik.
Bozonon yaktığı ağıtları ezberlerdik. Bozo’nun ağıtları söylemek icin bizler
cok bir araya geldik. Memko mamko
Memedali ağıdını şimdi çok değişik söylüyorlar. Çok ekleme yapılmış”dedi
Kasımoğlu Ailesi;
Kasımoğlu ailesi,
Osmanlı ile hep çelişkili ve çatışmalıdır. Kasımoğlu ailesinin alevi ve Kürt
olması çelişkinin başlıca nedenidir. Kasımoğlu ailesinin Osmanlı’nın alevileri
sünnüleştirme politikasına karşı her zaman bir duruşu olmuştur. Dumuklu Ali
İsyanı’na, Kasımoğlu ailesinin aktif katılışı, Memedali’nin amcası Bozo’nun,bu
olayda Akçadağ jandarması tarafindan öldürülmesinin yanı sıra, Osmanlı’nın
Kürtleri imha ve asimile etme anlayış ve tutumuna karşı direnişini kuşaktan
kuşağa anlatılanlardan bilmekteyiz. Bu nedenle, Kasımoğlu ailesinin Osmanlı ile
sürekli çelişki yaşamıştır.
Bu çelişkiyi
bilen Veli Paşa, ‘’Osmanlı ordusundan kaçarak yanındaki 600 atlı ile Kasımoğlu
Ali ve Çeko olmak üzere ağır kış koşulları ve çevresinin sarılmasına rağmen
Kürecik’e gelip Kasımoğlu’na sığınır. Bu sığınma; 4 Ocak – 2 Şubat 1813
tarihinde gerçekleşir.“ (Kürecikliler
Dayanışma ve Kültür Derneği web sayfası)
Veli Paşa ve askerleri,
Kürne ve Kürecik yöresinde belirli bir dönem barındı. Bunların yerel halka ağır
bir yük olmalarının yanı sıra kendisinin ve askerlerinin yöre kadınlarına taciz
ve baskılarının yarattığı öfke sonucu kadınlar bir gece Veli Paşa’nın çadırına
baskın düzenleyerek başını kestiler. Osmanlı’nın teslim edilmesini istediği
halde töre gereği verilmeyen ancak öldürülerek Osmanlı hiyerarşisine aykırı
davranan Kürne ve Kürecik halkı cezalandırıldı. Kasımoğu Ali ve Çeko ile
birlikte bir çok kişinin Sivas ve Harput hapishanelerine atıldıkları ve bir
kısmının da öldürüldüğü anlatılmaktadır.
Sözlü tarihin
kaynağı insandır. Kuşaktan kuşağa değişimler içerse de olayın özü
değişmemektedir. Kısaca Osmanlı’nın baskısının, Kasımoğlu ailesini asimile ve
entegre edemediği ve sunulan bir çok olanağa rağmen bunu başaramadığı yönünde
olduğunu söyleyebiliriz.
NEDEN İDAM
EDILDILER!
1915 Yılında
Kasımoğlu Memedali ile Kali Cannike idam edildi. Kali Cannike’nin eşi Alte’nın
aynı tarihte öldürüldüğü anlatılmaktadır. Kimi anlatımlara göre idam edildiği
kimi anlatımlara göre de hapishane kapısında dipçikle dövülerek yada zehirlenerek öldürüldüğü söylenmektedir.
Alte hanım, ister idam edilsin, isterse de işkence ile öldürülsün, sonuç
farkeder mi? Suçu; baskıya, zulme, haksızlığa karşı olmak! Harput’ta
gerçekleşen bu cinayetle birlikte, Kürecik’in tüm köyleri yerle bir edildi.
Yakılan konakların sayısı bilinmez. Katledilen Kürecikli’lerin, yerinden
yurdundan edilerek, sürgüne gönderilen ailelerin hesabını yapmak mümkün değil!
Peki neden ?
1- Kürecik halkının alevilik inancı,
2- Kürt kimliği,
3- Ermeniler’e uygulanan katliamlara karşı
dayanışmada bulunma ve birlikte hareket etmektir.
Bunun için
,Toplum ağır bedeller ödiyerek bu
tarihsel süreci yaşamıştır.
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının
baskaldırı hareketinin
nedenlerini irdelemek tüm
çıplaklığıyla ortaya çıkarmak önemlidir.
100 yıl sonra
Kürecik toplumunun kendi gerçeğiyle yüzleşmesi ve Ermeni halkıyla dayanışması
bu tarihi yükü bir nebze de olsa hafifletir, toplumsal karekteri biraz da olsa
özgürleştirir.
İTTİHAT VE
TERAKKİ CEMIYETI
Kasımoğlu
Memedali ve arkadaşlarının idamının, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişkisi
var mıdır? Doğrudan ilişkisi vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmeye yüz
tuttuğu bir dönemde cemiyetin üstlendiği işleve baktığımızda idamların nedeni
tüm yalınlığıyla görülebilinir.
1908 Yılından
itibaren İttihat ve Terakki Cemiyeti açıkça milliyetçi politikalar üretmeye
başlamıştır. Türkçülük ve müslümanlık anlayışı üzerinden devleti şekillendirme
fikri giderek netleşiyordu. Cemiyetin içindeki farkIı düşünen ve cemiyetin
kuruluş felsefesine sahiplenenler hızla tasfiye ediliyordu. Türk milliyetçiliği
üzerine Ziya Gökalp’ın o günlerde kaleme aldığı şu şiiri yeterince fikir
vermektedir. Şiir; tek ırk, tek dil ve tek millet anlayışının çarpıcı bir
örneğini oluşturmaktadır;
‘’Bir ülke ki toprağında başka ilin gözü yok,
Her ferdinde mefkûre bir, lisan, adet, dil birdir,
Mebusanı temiz, orda Boşo’ların sözü yok,
Hududunda evlatları seve seve can verir,
Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın.
Bir ülke ki çarşısında dönen bütün sermaye
Sanatına yol gösteren ilimle fen türkündür,
Hirfetleri birbirini daim eder himaye,
Tersaneler, fabrikalar, vapur, tren
Türkündür,
Ey Türkoğlu işte
senin orasıdır vatanın,“
İttihat ve Terakkinin ayrılıkçı hareketlerin
yoğunlaşmasından sonra nasıl bir milli temele yönelmek istediğini ve Türkçülük fikrinin
politik ve söylem düzeyinden sonra eylem düzeyinde de nasıl savunulmaya
başladığını; ‘‘Milli bilinci uyandırmak için öncelikle Balkanlarda olmak üzere
çeşitli vilayetlerde Cemiyetin düşünceleri doğrultusunda eğitim kurumları
kuruldu.“ ibaresinden de görmek mümkündür.
Yeni nesillerin Türkçülük milli bilinci ile yetiştirilmesine
çalışıldı. İttihat ve Terakki‘nin önde gelen teorisyenlerinden biri olan Ziya
Gökalp’ın öncülüğündeki bu eğitim kurumlarına katılabilmek için aşağıdaki
şartlar aranıyordu:
1. Türk
olmak
2. Türkçülük
mefkûresi (fikir–gaye) ile yetişmek
3. Ferdi ve
milli bir ahlaka sahip olmak
(Türkiye Araştırmaları Dergisi S. 217)
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının idamlarının nedenini
Türk Milliyetciliği fikrinde aramak gerekiyor. Türk ulus devleti
kurulurken,toplumu yeniden şekillendirmek gerekiyordu. Türk ve Müslüman sentezi
üzerindeki tekçi bir anlayış üzerinde kurulan mantık aynı zamanda baskı, zulüm
ve katliamların yolunu açtı. Yapılan baskı ve zulmün kanıksanması için toplumu
ortak etmek gerekiyordu! Gayri müslümlerin malları talan edilerek, toplum suça
iştirak edildi.
İttihat ve Terakki‘nin bu genel mantığını ortaya
koyduktan sonra Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının idamının nedenlerini az da
olsa izah etmek mümkün olacak. Türk ve islam anlayışı üzerinde inşa edilen yeni
devlet biçimi ilkin Türklük vasfina uygun olmayanları bertaraf etmekle işe
başladı. Türklük vasfına uygun olmayan Kürecikliler baskı ve zulme uğradılar. 12
Mart 1915 çekilen telgraf metninde
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının nitelendirilmeleri, üstte belirttiğimiz
İttihat ve Terakki anlayışının açık bir göstergesidir.
Telgraf
metni!
„Bâb ı Âlî
(Osmanlı)
Dâhiliye
Nezâreti (İçişleri Bakanlığı> Ek: Kul Seyyid)
Emniyyet i
Umûmiyye Müdîriyyeti
Umûmî:
Husûsî: 3
Şifre
Ma‘mûretü'l-azîz
Vilâyetine
Darende ile hem-hudûd olan Malatya'nın Akçadağ kazâsına
mülhak Kürecik nâhiyesindeki Alevî Kürdlerle civârdan oraya giden birtakım
Ermeni askerlerinin bir çete teşkîl ettikleri ve Sivas Vilâyetince ta‘kîb ve der-destleri
esbâbına tevessül olunduğu ve Kürdlerin bu vechile dağa çıkarak temerrüdde
bulunmaları Malatya me’mûrîninden bazılarının kânûn-şikenâne tazyîkâtından
inbi‘âs eylediği ve haklarında lâzıme i ma‘delet tatbîk ve icrâ olunduğu
sûretde Hükûmet'e arz ı mutâva‘at ve inkıyâda âmâde bulundukları eşkıyâ re’îsî
Mehmed Ali ile rüfekâsı tarafından ifâde kılındığının mevsûkan istihbâr
kılındığı Sivas Vilâyeti'nden bildirilmişdir. Serî‘an tahkîkât îfâsiyla îcâb
eden tedâbîrin ittihâz ve istikmâli.
Fî 12 Mart
sene [1]331
Nâzır
İmzâ
Özet
Malatya'nın Akçadağ Kazası'na mülhak Kürecik nahiyesindeki
Alevi Kürtlerle Ermenilerin birlikte kurdukları çetenin reisi Mehmedali ve
arkadaşlarının kendilerine adil davranıldığı surette hükümete ita'at
edeceklerine dair ifadede bulunduklarına ve durumun tahkikiyle gerekli
tedabirin alınmasına dair Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti'nden Ma'muretül-Aziz
Vilayeti'ne çekilen telgraf.
1333.Ca.9
idamlarının esas
nedeni!
1.Emperyalist Paylaşım Savaşı itibariyle yeniden
şekillendirililen ulus devlet, Türk ve islam anlayışı üzerinde
şekillenmektedir.
Balkanlar’dan Afrika kıtasına dek çok geniş bir coğrafyaya
hükmetmiş Osmanlı; milliyetçilik akımları, savaşlar ve biraz da kapitalist
emperyalist devletlerin teşvik ve destekleri sonucu Balkanlar’da ve diğer
bölgelerde; Yunanistan, Bulgaristan gibi yeni devletler oluşurken toprak
kayıplarına uğradı. Ülke bütünlüğünü korumak için ne ümmetçi anlayış ne de din
olgusunun artık yeterli olmadığı görüldü. Bu koşullarda devletin en önemli
kısımlarına yerleşmiş olan İttihat ve Terakki kadroları, yükselen trend(!)
milliyetçiliği resmi ideoloji olarak benimsediler. Tek dil, tek ırk ve tek
millet şeklinde ifade edilen Türk Milliyetçiliği; gayri müslimleri, alevileri
ve Türkler dışındaki diğer tüm halkları ya yok sayıyor ya da asimile olmaya
zorluyordu. Ittıhat ve Terakki’nin bazı kadroları ve anlayışı kurulan
cumhuriyetin temel noktalarında yer aldıkları ve yeni devleti aynı anlayış
üzerinde şekillendirdikleri için ‘‘Türkleştirme‘‘ anlayış ve tutumu, Cumhuriyet
kurulduktan sonra da devam etti. Bu anlayış; 1937-38 Dersim Katliamı’nın
temel nedenini oluşturdu.
Kısacası, Anadolu coğrafyasında şekillendirilen Türkiye
Cumhuriyeti’nin temelleri, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın sıcaklığında,
1915 yılında, gayri müslim halka yapılan zulüm üzerinde inşa edildiğini
söyleyebiliriz.
Harita üzerinde zor seçilecek kadar yeri olan Kürecik‘i
tartışılır kılan neden, isyan girişimine zemin hazırlayan toplumsal
karekteridir. Bu toplumsal karekter; ezilen, horlanan, dışlanan; sürgün ve
katliamlara uğrayan bir halkın alevi inancı, Kürt kimliğine sahiplenmenin yanı
sıra, Ermeni halkına duyulan sevgi ve dostluktur. Osmanlı‘nın baskıcı,
katliamcı, inkarcı ve soykırımcı karekteri, bugün Kasımoğlu Memedali ve
arkadaşlarını yalnızca haklı kılmamakta, aynı zamanda da ebedileşmesini
sağlamaktadır.
Bazıları bu temel olguyu bertaraf ederek Kasımoğlu ve
arkadaşlarını; “Osmanlı İşbirlikcisi “ olarak tanımlaması, vicdani bir sorunun
ötesinde siyasal olarak da tarihsel olarak da doğru değildir.
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının isyan
girişiminin nedenini „ Vergi vermemek,
askere gitmemek , emirlere itiat etmemek, alevilik inancının gereklerine uygun
davranmak, Kürt kimliğinin inkarına karşı çıkmak, Ermeniler‘le birlikte hareket etmek gibi temel sorunların yanı
sıra, Osmanlı devletinin Memedali‘ye sunduğu
maddi olanakları elin tersiyle ittiği“
şeklindeki özetliyebiliriz. Öyle
ise;Memedali‘nin yakalanışına ilişkin zorlama fikirler ileri sürerek “Devlet
İşbirlikçisi” diye tanımlayan ‘‘demokrat ya da aydın‘‘ sıfatını kullanan
kişilerin değerlendirmelerinin siyasal ve etik yanı olmadigi gibi, Dönemin
siyasal, sosyal ve kültürel dokusundan bağımsız düşünen bir “Aydın”ın varacağı
sonuç, olsa olsa despotizme ve tiranlığa karşı başkaldırıyı küçümseme olabilir.
Memedali’nin
yakalanışının devlet yetkilileriyle yapılan bir antlaşma sonucu olduğunu
varsaysak dahi Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının başlattığı Kürecik‘teki isyan girişiminin
toplumsal karekterini ve dayandığı inançsal ve ulusal kimliği yadsıyan, ermeni
halkıyla dayanışmayı göremeyen biri onlara; ya olandan daha büyük bir işlev
yükler yada küçümser! Olay ve olguları, onları saran koşullardan bağımsız
olarak nitelemek olsa olsa idealist bir felsefi anlayışla hareket etmektir. Oysa
her demokrat ve aydın, her şeyden önce realist olmak zorundadır.
Öte yandan bir isyanın zayıflıklarını irdelemek, öncülerin
eksikliklerini dile getirmek doğaldır ve gereklidir. Doğal olmayan; “Bir türkü ile meşhur oldu“ anlayışı
üzerinden hareketle Memedali‘yi ve onun şahsında despotizme ve zulme karşı
direnme anlayışını kötümsemedir. Sorun bu hareketi yönlendirenin kim olduğu
değil, hareketin temel reflekslerini ortaya koyan maddi ve manevi koşullardır.
Memedali‘ye duyulan sevginin asıl nedeni, Memedali’yi de kahramanlaştıran isyan
girişiminin siyasal- sosyal içeriği ve
sonuçlardır.
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının hayat hikayeleri
araştırıldıkça isyanın temel dayanakları kavrandıkça o günün koşularında
yarattıkları kıvılcımın önemini hiç bir tartışmaya meyil vermeden görmek
mümkün. Önemli olan bu konuda siyasal körlüğü ve kibirliliğin yarattığı
küçümseme tutumunu bir kenara bırakarak kendi gerçeğimizle yüzleşerek bir
dönemin aydınlatılmasını sağlamaktır.
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının diğer bir özelliği ise
harekete toplumsal bir karekter kazandırmak için köy köy toplantılar yaparak
herkesin desteğini alma girişimidir. Yapılan toplantılarda o; Osmanlı‘nın
kürtlere, alevilere ve ermenilere yaptığı zulmü anlatmıştır.Birlikte hareket
etmenin önemine vurgu yapılarak isyan girişimini örgütlediği bilinmektedir.
100 yıl sonra bir
isyan girişiminin taşıdığı zayıflıkları tespit etmek mümkün ama küçük düşürmek,
kara çalmak asla kabul edilemez. Kürecik halkı; tarih boyunca baskı ve
zulme uğramış, ancak zalime hiç bir zaman boyun eğmemis bir toplumdur. Bu
toplumun devrimci kimyasıyla uğraşmak yerine, ona katalizörler geliştirip
güçlendirmek, genel demokrasi ve özgürlük mücadelesine katkı sağlamak
olacaktır.
Kürecikli
kadınlar
Hürü Hanım;
Yüz yıl öncesi bir dönemde eğitim almış nadir kişilerden biridir.
Doğal olarak kendi akranlarının ilerisindedir. Bu nedenle, olay ve
olgulara bakış tarzı diğerlerinde farklıdır. Bu farklılık osmanlının oyunlarını
önceden görmesine ve tavır
geliştirmesine neden olmuştur.Hürü Hanım’ın; ‘‘Osmanlı‘ya askerlik
yapılmaz, askere gidilmez, vergi verilmez“ sözlerinde ifadesini bulan isyankar
tutumu yol göstericidir. Bir başkaldırıdır. Kadınların bu isyan
girişiminde de yer aldiklarini
göstermektedir.
Hürü Hanım, Osmanlı‘nın zulmüne karşı bir direniş ruhunu
geliştirmiş olmasına rağmen; “Memedali karısının sözüyle hareket etti,
kadınların aklıyla hareket edilir mi?“ gibi gerici feodal düşüncelerin amacı,
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının isyan girişiminin dayandığı sosyal ve siyasal karekteri itibarsızlaştırmanın yanı sıra, kadın cinsini aşağılamaya yönelik bir
anlayıştır. Bugün günde beş kadının katledildiği bir coğrafyada yaşıyorsak
yüz yıl önce kadın cinsinin horlanması ve hiçleştirme mantığının boyutu elbette
çok daha büyüktür.
Kadınları hiçleştirme anlayişının diğer bir
örneği ise,Alte Hanım'ın katlidir. O, aynı diğerleri gibi
idamla yargılandı. Idam cezası aldığı söylenmektedir. Ama Alte hanım idam edilmedi. O, „bir
kadındır“ denilerek idam edilmez.“ Alte
hanım, dipçiklenerek yada zehirlenerek öldürülmüştür.
Feodal
ilişkilerin ve değer yargıların yoğunluğuna rağmen Kürecik toplumunda
kadınların önemli bir yer tuttuğunu,
isyan girisiminin temel unsurları
olduklarini söyliyebiliriz.
Kürecikli
kadınların geleneğinde, “Veli Paşa’ya karşı duydukları kin ve nefret
intikam duygusuna döndü. Kuşatmanın bir ya da ikinci gününde “gon” denen bir
çadırda kadınlar toplanarak korkunç bir karar alarak uygulamaya koydular.
Ellerindeki çadır direkleri ile Veli Paşa’nın çadırına yürüdüler. Uykudan
uyanmasına fırsat vermeden başına bedenine darbeler indirerek cansız kalan
bedenini keçenin üzerine bıraktılar. Bu yiğit kadınlar Osmanlı‘ya duydukları
kin ve nefretin yanında, dokuz aydır varlıklarını kemiren, eşlerinin,
kardeşlerinin ve çocuklarının ölümüne neden olan Veli Paşa’yı aşiret töresine
aykırı olan teslim etme yerine öldürme yolunu seçtiler.“ Kürecik tarihi dutlu web
sayfasında alınmıştır.
Elif
Asliyüce –(Demirhan ), Dortmund göçmen kadınlar derneği yönetim kurulu
üyesi.
„Kadının adı neden
yok!
Kadını yok sayan anlayış mülkiyet ilişkisinin ortaya çıkmasıyla birlikte başlar
Mülkiyet
ilişkişi erkek egemen anlayışını
geliştirdi güçlendirdi. Kadın
ve erkek hayatı birlikte var etmelerine
rağmen, dünya, erkeğin etrafında dönmüş; erkek merkezli hayatta, kadını ataerkil bakış açısına göre şekil
almaya zorlamıştır. Toplumsal cinssiyetteki ötekileştirme, kız çocuğunu
doğarken şansız kılmaktadır. Bir sükünet düşer doğduğu odaya. Sevinç
çığlıkları atılmaz. Bahşişler, muştular verilmez doğum haberine.
Ataerkil aile yapısının kadına biçtiği rol;
erkeğe ititat eden, çocuk doğuran, karşı
koymayan olarak görülür. Evinde,
köyünde, mahallesinde, işyerinde,
kendisine biçilen kalıbın dışına
çıkmaması telkin edilir. Eğer bu kalıpların dışına çıkarsa, dıştalanır, dövülür
yada öldürülür. Kadınlar, uğradıkları bu
şiddete rağmen, her dönem toplumsal olayların içinde yerini aldılar
Yüz yıl önce Kürecik’te Hürü ve Alte
isminde iki kadın Osmanlı‘ya başkaldırmıştır. Hürü o dönemin eğitimli kadınlarındandır. Yönlendiricidir, Osmanlı’nın zulmüne karşı
nasıl davranılması gerektiğini bilir ve taraf olur. Alte ise isyankardır. Osmanlı’nın zulmüne
karşı koyar. Alte ve Hürü’nün hala horlanarak, küçümsenerek anlatılmasının nedeni, isyana karışan kadınların
ataerkil aile geleneklerini rededişidir.
Bu nedenle öldürülmeleride ibret verici olmalıdır. Harput’taki Hapishane’de
Alte’ye uygulanan vahşet karşısında insanın dili kuruyor..
Burjuva
feodal yönetim biçimlerinin değişmesi,
kadına yönelik ayrımcı politikaların değiştiği anlamına gelmiyor. Türkiye’de
ayda yüzü aşkın kadının hiçten sebeplerle öldürüldüğü bir toplumsal hayatın
içinde yaşıyoruz.
Bütün iktidarların ortak yanı, erkek egemen
anlayışı üzerinden şekillenmiştir. Osmanlı İmparator‘luğu döneminde kadınana
yönelik ayrımcı, dıştalayıcı,
ötekileştirici politikalar günümüzde de devam etmektedir.
Örneğin;
İran’da bakire bir kadın idam edilmeden önce cellatı tarafından tecavüze uğrar.
Dinsel inançlarına göre bakire bir
kadının ölüm nedeni ve şekli ne olursa olsun cennete gider. Kadın cennete
gitmesin diye „tecevüz“ haktır.“ Cennet“
erkek aklıyla parsellenmiştir.
Ataerkil düşüncenin yaratmış olduğu toplumsal
değerlerin reddi; Kobane’deki kadınların
direnişi ile yeni bir sayfa açtı. Kadınların mücadelenin ana unsurları olması
salt Kobane‘nin özgürleşmesini sağlamadı. Aynı zamanda İŞİD barbarlığının kadın bedeni üzerinde yarattığı
vahşetin bertaraf edilmesini sağladı. Dünya kadınlarda bilinç sıçraması yarattı.
Bu
nedenle, Hürü ve Alte‘nin anısına
sahiplenerek, Kobaneli kadınların
yaratmış olduğu onurlu mücadeleyi geliştirip güçlendirmeliyiz. „dedi
Kürecikte Ermeniler;
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının idamını, Ermeni
halkının yaşadığı zulümden bağımsız düşünemeyiz. 1915 Yılı, Ermeniler için de
bir ‘milattır‘. Yeni Türk devletinin inşasında asıl baskı, zulüm ve katliam
Ermeniler üzerinde tezgahlanmıştır. Türkçülük ve müslümanlık anlayışı, ilkin
‘‘gayri müslümleri“ hedef almıştır. Ermeni tarihi açısından Kürecik‘in yeri az
olabilir ama bilinmelidir ki; Kundaktaki bir çok Ermeni bebe, Kürecikli
annelerin kucağında sevgiyle bütünleşti. Ermeni bebeler, Kürt bebelerle
birlikte aynı anne sütünü içtiler, aynı sevgi ve şevkatı alarak büyüdüler.
Adları; Menekşe, Hıdır,
Hasan, Hüseyin, Cevahir oldu! Kimi dağlarda kevenlerin arasında bulundu, kimi
taş yığınlarının arkasında. Kimi de dağ başlarında kurda kuşa yem oldu!
Kürecik‘in her köyünde Ermeni ailelerin yaşamına ilişkin bir
çok anı ve hatıra bulmak mümkün. Ermeni halkının yarattığı değerler
büyüklerimiz tarafından anlatılmaktadır. Ermenilerin Kürecik‘te demircilik, kalaycılık, dişçilik,
Culfacılık, boyacılık vb. meslekler yaptıkları bilinmektedir. Kürecik halkının,
zanaatların çoğunu Ermeniler‘den öğrendiği de bilinmektedir. Bu nedenle; gerek
üretim alanında gerek kültürel alanda Ermeni halkının zenginliği iletişimi
kolaylaştırırken, iç içe bir yaşamın oluşmasına, akrabalık ilişkilerinin
gelişmesine olanak sağlıyordu.
Osmanlılar tarafindan soyu bitirilmek istenen, zulme uğrayan
Ermeniler‘e Küreciklilerin sahiplenmesi ve birlikte hareket etmesi kadar doğal
ne olabilirdi ki! Baskı ve katliamdan kurtulan bir çok ailenin Harunuşağı,
Kasımuşağı, Çerkezuşağı, Kepez gibi köylerde barındıkları ve aile fertleri gibi
korundukları da bilinen bir gerçektir. Zulümden, katliamdan kurtulmak isteyen
Ermeni anne ve babaların kundaktaki çocuklarını Kürecikli ailelere teslim
etmeleri; karşılıklı bir güvenin ve dostluğun ifadesidir. Yalnız bu minicik
çocuklar büyüdü, ev bark sahibi oldu ama Ermeni olarak değil ancak Kürt ve
alevi olarak! Kürecikli ailelerin amacı bu çocukları alevi inancına kazanmak
yada Kürtleştirmek değildi elbet.
Yüz yıl önce Ermenilerin yaşadığı zulmü ve katliamı yaşayan,
gören bu halk bu çocukları korudu. Devlet hiç bir zaman bu çocukların bilgisini
bu Kürt ailelerden alamadı. Halk bu çocukların Ermeni olduklarını biliyor ve
bağrına basıyordu. Burada acı olan bu bebelerin anne sevgisinden ve kokusundan
yoksun olmaları ve Ermenice ninni duymadan büyümeleridir. Bu doğal ve insani
ilişkinin yarattığı en büyük tahribat bilerek ve istiyerek olmasa da Ermeni
çocukların farklı bir dil ve kültür edinmeleridir. Bu acı gerçeğin yanı sıra,
İttihat ve Terakki‘nin Türkçü bir devleti inşa ederken; halkı ‘‘gayri
müslümlerin“ mallarından faydalanma fikri, Kürecik’te de bazı olayların
yaşanmasına yol açtığı büyüklerimiz tarafından anlatmaktadır. Bu tür münferit
olaylar var ama, asıl olan;
Kürecik halkı, Ermeni halkını sevmiş,
dost bilmiştir. Yüreğini açmış, anne sütünü paylaşmıştır.
Kürecik halkının bu güçlü bağı, Kasımoğlu Memedali ve
arkadaşlarının Ermenilerle dayanışmaya girmesini sağladı. Dayanışma ruhu idamla
sonuçlandı!
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının anısına, Bilsen
Başaran‘ın dizeleriyle Ermeni halkının insan sevgisini tanımaya ne
dersiniz?
SEMAVER
KADIN
Gel kuş
olalım Aznif, ya da mandolin
Dere sesi
olalım çakıllar arasında
Gizlenelim
görünmeyelim ay şavkında
-dinle bak-
Hay’ların*
telli sesi yankılanıyor hala
Kanın
akışkan ağzında.
Resmiyetin sisine gömülmüş o semaver
kadın
Çalı çırpı topluyor peştamalına
Dere boylarının yarpuzuna dönüşmüş
Çakıllar, su sesi, kumru tuzakları
eteklerinde
Serçelerle ürkmüş, ateşlerle
harlanmış /henüz
Gavur Deresi’nin adına ad olmamış
günlerinde.
Gel kuş
olalım Aznif, ya da mandolin
O kumrular
tezene pençeleriyle insinler tellerime
O kumrular o
derede bir bir kesilen Hay’ların
Üyküsünü
çıplak bir sesle söylesinler
Serçeler tarihine....
Başı rahimle
dünya arasında durmuş bir bebekçe
İpiri
hayretler ve endişeler doğururken hayat
Üstüme
devrilen o görünmez kütüğün altında debelenen
Ve süresi
önceden bilinen bir sınavdır insan olmak
Gel kuş
olalım Aznif, ya da mandolin
İnsan sesi
olalım Aznif Haylar’ın atlasında
Bir karaca
su içerken bir kaynaktan nasıl ürkmezse balık
Nasıl
ürkmezse yaprak dalların duldasında
Gel dil
olalım Aznif sevgilinin oltasında.
Bilsen
Başaran
*Hey
ermeniler/gayrimüslimler
Evrensel
kültür dergisi say 276
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının
tutumlarının anlamı; “Ve süresi önceden bilinen bir sınavdır insan olmak” dizelerinde
saklıdır, diyerek yorumu okuyucuya bırakalım.
Ağıtlar
ve Türküler
Ağıt mologtur, bu monolugu yaratan o anki yaşanan olaydır.
Ağıtın gerçekleştiği an önemlidir. O an sadece ağıt yakanın değil, aynı zamanda
o duygu yüklü anı yaşayan insanlar için de bir özgürleşme hareketidir. Bu
nedenle ağıtlar bir isyanı ifade eder. İsyan için bir çıkış yolu arar. Ağıt
bugün için bir gerçekliği ifade ederken, aynı zamanda yarını da yaratır ve
dilden dile akıp gider.
Kürecik isyanlarını, Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının
katlini ve Osmanlı‘nın yaptığı zulmü ağıt yakan ağıtcılarımızın, türküleştiren
ozanlarımızın büyük çabaları olmasaydı Kürecik toplumunun kendi gerçeğiyle
yüzleşmesi kolay olmayacaktı!
NEDEN?
‘‘Eşkiyalık ve Eşkiya Türküleri‘‘ adlı eserinde Mehmet
Bayrak;“ Halk, kahraman olarak tanıdığı kişiyi özlem ve gurur dolu türkülerle
ünlendirir ve yaygınlaştırır. Bu yüzden halk kahramanının ünü yayıldıkça adı
çevresinde üretilen türküler de çoğalır ve değişime uğrar. Böylece her biri
ayrı özellikler taşıyan türküler yani varyantlar doğar.“
Gelisen olay ve olgular
karşısındaki Halkın şiirsel tanıklığını Bedri Rahmi Eyüpoğlu şöyle dile
getirir;
Ah bu
türküler
Türkülerimiz
Ana südü
gibi candan
Ana südü
gibi temiz
Türkülerde
tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz,
köylümüz, memleketimiz.
Ah bu
türküler, Köy türküleri
Dilimizin
tuzu biberi
Memleket
ahvalini onlardan sor
Kitaplarda
değil,
türkülerde
ara Yemen‘i
Öleni,
kalanı, gidip gelmeyeni
Ben
türkülerden aldım haberi
Ah bu
türküler, köy türküleri
Mis gibi
insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz
hurdasız, çırıp çıplak
Dişisi dişi,
erkeği erkek
Kaşı kaş,
gözü göz, yarası yara
Biçağı
bıçak.
Ah bu
türküler, köy türküleri
Karanlık
kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin
rayhasından geçilmez
Kimi zehir
gibi zemberek gibi.
(…..)
Ah bu
türküler, köy türküleri
Ne düzeni
belli, ne yazanı
Altlarında
imza yok ama
İçlerinde
yürek var
Cennet misali
sevişen
Cehennemler
gibi dövüşen
Bir çocuk
gibi gülüp
Mağaralar
gibi inleyen
TÜRKÜLER DOLUSU: Dol Karabayir- dol 1974
Ağıtcı Bozo, Kasımoğlu
Memedali‘nin oğlu. Babasının idamına, evlerinin yakılmasına, annesinin ve
dört kardeşinin genç yaşta ölümüne dayanamadı; ailesini, köyünü, Kürecik‘i
terketti. Fırat‘ın kolu Doğma Suyu civarındaki Kürne köylerini kendine mesken
eyledi. Askere gitmedi ve evlenmedi. Bir derviş gibi gezdi , ağıt yaktı. 1968
yılında 60 yaş civarında vefat etti. Mezarı Bilamuşağı köyündedir.
Bozo‘nun ağıtları yanıktır. Dinleyeni derinden etkiler. O
anın ruhunu yakalar ve tanıklık eder. Çörekleşen yürekleri canlandırır, insan
ruhunu tekrardan filizlendirir. Kasımoğlu Memedali‘nin idamını taze tutan ve
yeniden dirilmesini sağlayan temel unsur bu olsa gerek!
Bozo, Kürecik halkının duygularını, Malatya, Sivas ve
Kayseri halkıyla paylaşmış, aralarında bir manevi ilişki kurmuş, bu duyguların
kuşaktan kuşağa akıp gitmesinde önemli bir rol oynamıştır. O, bu özellikleri ve
isyancı kişiliği ile Kürecik ve yöresinin ünlü bir ağıtçısı olarak tarihteki
yerini almıştır.
Ölen ve öldürülen kişilerin törenlerinde ağıt yakmanın salt
kadınlara has bir olgu olmadığını, erkeklerin de ağıtlar yaktığı bir gerçek.
Kürecik yöresinde ünlü ağıtcıları Kasımuşağı‘nda
Fate Nene ve Göle, Kepezli Ğaça,
Kehyalı Köyü‘nde Canne, Şemşik köyünde Vahap Tekin, bilinen ağıtçılardır. Ağıtçıların
cenazelerde Memedali‘ye ve Kürecik‘e ilişkin yaktıkları ağıtlar, manevi bağın
kuşaktan kuşağa geçmesini sağlarken Bozo‘nun ağıtlarının da hafızalarda taze
kalmasına neden oldular.
Bozo‘nun Ağıtlarını ozanlar türküleştirdi. Haydar Alkaş curasıyla , Celal Bayar, Haydar
Erdoğan ve Yusuf Dumlupınar
sazlarıyla her toplulukta dile
getirdiler. Deniz Demirhan piyanonun eşliğinde mamko ağıdını dillendirdi.
Değişik estrümanlarla Bozo‘nun ağıtlarını besteliyen daha bircok ozanımız var.
Kürecikli ozanların dışında Bozo‘nun
ağıtlarını besteleyen bir çok sanatçı var. Örneğin;
‘‘Mamko Mamko Ağıdı‘‘nı üç kasette okuyan Garip Dost; ‘‘Tipik bir İnce Memed örneğidir
Mamko. Yaşar Kemal, Çukurova’lı İnce Memed‘in romanını üç çiltlik kitapta
toplayabildi. Ben de Kürecikli Kasımoğlu Memedali‘nin ağıdını üç kasette
topladım. Virgülü de bırakmak yok „ diyordu. (Özgür Politika Gazetesi)
Ozan Garip Dost‘u
bu çalışmasından dolayı kutlarım. Ancak Dost‘un, bu ağıttan bahsederken ağıtın
yazar ve bestecisi Bozo’dan habersiz gibi hiç bir şekilde söz etmemesi oldukça
yadırgatıcıdır. ‘‘Mamko Mamko Mamadali‘‘ ağıdının sözlerinin Bozo‘ya ait
olduğunu söyleyen Hüseyin Dumlupınar;
(Bozo‘nun üvey kardeşi Rıza‘nın oğlu); ‘‘Hürü nenemden
esinlenerek söylediğini herkes bilir. Memedali ismi, bugün yöre halkları
arasında bir köprü görevi görüyor ise, bunda Mamko ağıdının payı yadsınamaz.‘‘
diyerek ağıtın ve dolayısıyla Bozo’nun gördüğü toplumsal işleve dikkat
çekmektedir. Bozo, gittiği her cenazede en çok bu ağıdı yakardı. Her ağıt gibi
Mamko Ağıdı’nın da süreç içinde bazı değişikliklere uğradığı bilinmektedir.
Bozo‘nun, Kürecik halkının feodal değer yargılarının
gazabına uğrayışını anlamak mümkün ama o coğrafyadan bir sanatçının Bozo‘yu
anmamasını, siyasal ya da ticari kaygılardan ziyade ancak Bozo‘yu ve yaşanan
yüz yıllık tarihsel süreci yeterince araştırmamasının bir sonucu olduğunu düşünüyorum.
Feodal değer yargılarının
egemen olduğu toplumsal ilişkilerde zıbın giyerek ailesini, köyünü, yöresini
terkeden bir erkeğin dışlanması, hakir görülmesi olağan görülebilinir ama
elbette doğru değildir. Bir anlayış ya da tutumun olağan, dahası yaygın olması
doğru olduğu anlamına gelmez. Üstelik bir erkeğin zıbın giymesi değil, onu
böyle davranmaya iten nedenler önemlidir.
Garip Dost, Bozo‘nun
ismini kayda geçirse ve Bozo‘yu sahiplenseydi, aileyi ve Kürecik halkını
toplumsal bir sorunla yüz yüze getirmiş olurdu. Bu toplumda bir bilinç
sıçramasına katkıda bulunabilirdi. Temennimiz, Garip Dost‘un bu eksikliği
gidereceğidir.
İsmet Çelik; Avrupa
Kürecik Halk İnisiyatifi’nin Yönetim
Kurulu Üyesi
Kasımoğlu Memedali'nin oğlu Bozo'nun yaşamı bize aslında neyi
anlatıyor?
“Televizyonların, radyo, telefon, kitap,
gazete ve dergilerin henüz yaşamımıza girmediği dönemlerde ''sözlü edebiyat''
toplumun haber alma, eğlenme ve iyi zaman geçirme noktasında aynı işlevi
görürdü. Masallar, hikayeler, destanlar, cenkler, klamlar, ağıtlar bu
zamanlarda toplumun bu ihtiyacını giderirdi. Yani dönemin medyası ''sözlü
edebiyat''tı. Geçmişte yaşananlar belirli oranda abartılarak da olsa, aslında
hepsinde de gerçeğin bir parçası bu ''medya'' aracılığı ile topluma yayılırdı.
50 yaşın üzerinde olup köylerde çocukluğunu yaşayanların hepsi işte bu medya
aracılığı ile toplumun hafızasını öğrenirdi. Nelerin yaşandığını, nelerin
yaşananlar hakkında söylendiğini bu yolla öğrenirdi. Cemaatlerin, özellikle de
kış aylarında var olan yoğun boş zamanların temel konuları da bu söylenceler
olurdu.
„Üçbin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan
insan,
gündelik yaşayan insandır…'' Goethe
Tabi belirtmek gerekir ki; ailede ne kadar
''cemaat adamı'' veya toplum lideri veya toplumun saygınlığını kazanan insan
varsa, o aileye bu konularda her anlamda daha yetkin misafirler, dolayısıyla
anlatıcılar gelirdi. Bu, toplumun kendi içerisinde oluşturduğu sosyal bir
hiyerarşi de olsa böyleydi.
Bu noktadan bakıldığında Bozo'nun sözlü
edebiyat anlatıcılarından bir çoğumuza kıyasla çok daha detaylı bilgiye sahip
olduğu kuşku götürmez. Bizlere yıllar sonra masal ve hikaye olarak
yansıyanların özünü Bozo ve çevresinin çok daha önceleri ve haber olarak
güvenilir kaynaklardan öğrendiğini kabul etmek lazım. Sonuçta ''en önemli ve bilgili
misafirler''in öncelikle Kasımoğlu ailesine gittiklerini, yörenin
sosyal-ekonomik dokusundan görüp-anlamak mümkündür. Dönemin, Osmanlı ile sorunu
olanlar başta olmak üzere, çoğu ileri gelenleri de Kasımoğlu ve onun
etrafındadır, onunla yoğun ilişkidedir, iletişimdedir. Gerektiğinde
dayanışmadadır.
İşte Kasımoğlu Memedali'nin oğlu Bozo, bu
ortamda yetişmiştir. Toplumsal olaylardan haberdardır ve bunlara karşı
duyarlıdır. Bozo yoğun olay ve eylemlerin içinde dünyaya gelmiştir. Osmanlı’nın
zulmünü, babası ve arkadaşlarının bu zulmü bertafar etme planı ve çalışmalarını
ilk elden izlemiştir. Bu baskı ve şiddete karşı toplumun çaresizliğini
iliklerine kadar yaşayan duygu dolu ve duyarlı, ender görülen bir kişiliktir
Bozo.
Bozo babasının katlinden sonra öncelikle
yaşamaya devam etme, saklanarak Osmanlı’dan canını korumaya çalışır. Yaşadığı
her gün geçmişte duydukları, öğrendikleri ile yüzleşir. Babasını katledenlerden
hesap sorulması umudunu korur. Çünkü duyduğu destanlarda yapılan haksızlıkların
hesabı hemen her defasında katliamcılardan sorulmuştur. Dürüst ve halkının
yanında olanlar, halkı tarafından sevilip sayılanların ahı hiç bir zaman yerde
kalmamıştır! Bozo bu anlamda adaletin yerini bulmasını umut eder ve bekler. Ama
devlet toplumun nefes almasına izin vermez. Devletin kendi planlaması vardır ve
topluma her konuda bunu dayatır. Bu dayatmalar karşısında Kürecik ve çevresinde
yaşayan halk ise, bu katliamı bir an önce unutma çabasındadır. Topluma göre
unutmamak yeni bir katliamın davet edilmesidir!
Bozo ise bunu kabullenemez. Kürecik, Nurhaq,
Kürne ve Balya halkının telaşını görüp buna karşı yaptığı ilk itiraz, en yakın
akrabaları tarafından ve devleti aratmayacak biçimde şiddetle bastırılır.
Kendisinin ve kardeşlerinin topluma tekrar babası gibi önderlik yapma şansı
kalmamıştır. Gün gelir Bozo artık bu duruma tahammül edemez. Yörede
''özeleştiri'' anlamında kullanılan bir erkeğin kadın elbisesi giymesi
pratiğini seçer. Bu ''yöresel özeleştirinin'' toplumun bilincinden çıkmaması
için genelde giyilen fistan yerine Bozo zıbın (üç-etek) giyer. Herkesin de bu
durumu görmesi için plan yapar ve köyden zıbın giyerek ayrılır. Giydiği zıbını
herkes görmeli ve herkes kendine pay çıkarmalıdır, Bozo'ya göre. Bozo, zıbınını
ilk uğradığı Kalıkan köyüne kadar üzerinden çıkarmaz. Bu yol ile topluma
aslında ilk çarpıcı mesajını vermiştir Bozo.
Babası 1915 yazında idam edildiğinde 4-5
yaşlarında olan Bozo, diğer kardeşleri ve diğer aile bireyleri gibi,
gelişmeleri yakından izlemektedir. Babası ve arkadaşlarının katledilmesinden önceki
Kürecik ve çevresinde yaşanan tüm katliam ve zulümleri; kısmen
hikayeleştirilmiş sözlü anlatımlardan duyduğu ve öğrendiğini tüm yaşamında
sergilediği tavır ve yaktığı ağıtlardan anlıyoruz. Bu nedenle devlete karşı
olan güvensizliği, kini ve acısı; sadece babasının idam edilmesine dayanmaz,
daha derin nedenleri vardır. Babasının katledilmesi ile daha önceki
katliamlardan duydukları, tüm kardeşlerinde olduğu gibi onda da devletin
terörcü niteliğinin çok çarpıcı biçimde bilince çıkmasına neden olur.
Bu bilinç; tüm kardeşlerinin genç yaşlarda,
hiç kimsenin anlamadığı ve gerekçe bulamadığı bir biçimde ölmüş olmasıdır. Bu
ölümler doğal ölümlerden ziyade, bilince çıkmış ve çok derin olan acılar
karşısındaki çaresizlik ve bu çaresizlik karşısında yitirilen ''yaşama
sevincidir'' aslında. Yaşamın anlamsızlığının, baskı, şiddet ve ağır
adaletsizlik karşısındaki çaresizlik ve umutsuzluğun birleşiminden ortaya çıkan
ruhsal bir durumdur.
Bozo, diğer kardeşlerine göre biraz daha fazla
yaşadıysa eğer bunu; derdini, acısını fırsat bulduğu her yerde dile getirmesi
ve başkalarıyla paylaşmasına borçludur. Bu paylaşımı ağıtlarla dile getirmesi
ve ağıtlarını duyan herkesin kendisinin mesajını alması, deyim yerindeyse
Bozo'nun ömrüne ömür katmıştır! Gerçekten de Bozo nerede ağıt yaktıysa
ağlamayan, gözyaşı dökmeyen, Bozo'nun acısını yaşamayan kalmamıştır. Açıktır ki
bu bir acı paylaşımıdır. Paylaşmak isteyen amacına ulaşmıştır. Her dinleyen de
Bozo'nun yanık sesiyle söylediği, ağıt olarak dile getirdiği mesajları kısmen
de olsa almıştır. Acısını paylaşmıştır Bozo'nun.
Yaşam hikayesinden de anlaşıldığı gibi Bozo,
devletin vahşi ve katliamcılığını bizzat babasının katledilmesinde, daha sonra
da kendisi de dahil kerdeşlerini katletmek için her yerde aradığını her gün
yaşayarak görür, kavrar. Daha önce devletin katliamcılığı konusunda duyduğu
söylemleri her an ve en derinden yaşayan biridir. Sadece kendi yaşamından
endişe değil, kardeşlerinin yaşamlarının da her an tehlike altında olduğu
bilinciyle yaşayan bir insandır o. Her an devlet güçlerince yakalanma ve
katledilme korkusu, kardeşlerinin başına gelebilecek olası benzer durumu
düşünen ama çare de bulamayan bir insan. Kürecik ve çevresindeki halkın, babası
Memedali'nin katledilmesi ve daha önceki katliamları bir an önce unutma telaşı
ile toplumsal hafızadaki topluma dayatılan ve yaşatılan baskı, şiddet ve
onursuzluğu bir an önce hafızasından silme anlayışı karşısında çaresizliği
birkaç kat daha artan bir insandır Bozo. Ermeni katliamını ve bu acıyı
görerek-duyarak yaşayan, giderek Kürt inkar ve imhasının devlet politikası
haline getirildiğini bizzat yaşayan duyarlı bir ozan. Belki de bu acılardır onu
ozanlaştıran, bilinmez.
Bilinen odur ki Bozo, duyarlı kişiliğiyle
sadece ağıt dahi söylemiş olsa, yörenin önemli bir ozanıdır, ağıtçısıdır.
Acıların anlatıcısıdır. Bozo'nun yaşamı tümüyle acıdır, dramdır. Bu dram, bu
acı, devletin Bozo'ya direk yaşattığı acı ile sınırlı değildir. İçerisinde
yaşadığı toplum giderek devletin yerel sözcüsü ve şiddet uygulayıcısına
dönüşmektedir. Devlet sözünü aslında defalarca söylemiştir ve artık Kürecik
halkı, en başta da yakın akrabası olan erkekler kendilerine verilen rolü
oynamaya başlamışlardır.
''Kürne köyleri'' olarak bilinen köylerde
yıllarca yaşayan Bozo, burada sadece bir ''ağıtçı'' olarak sevilip-sayılmaz.
Aynı zamanda ''eline, beline, diline sahip bir insan'' olarak da tanınır. ''Bir
yatağı ve birkaç da kap-kacağı dışında hiç bir şeyi yoktu'' der Kürne köyleri
onun hakkında. Acı yaşayan, devletin kendileştirdiği akrabalarının yanına
gitmeye dahi korkan bir derviş gibi yaşar yıllarca Bozo. Baba acısı, kardeş,
ana, eş-dost hasretiyle, Tohma boylarında.
Sadece sesi, sözü ve kişiliği de değildir
Bozo'nun sevilmesinin-sayılmasının nedeni. O fiziki olarak da ''delikanlı,
yakışıklı''dır aynı zamanda. Ama yaşadıkları karşısında evlenmeyi hiç düşünmez.
Bu konuda gelen öneri ve tekliflere dahi kapalıdır. Bunlara gülmez bile.
Nedenini yaşamında dile getirmemiştir Bozo. Ama bugün anlıyoruz onu;
yabancıların elinin yetiştiği, istediği gibi kurcaladığı ve kurduğu bir yuva
mı? Yaşamın her alanını kuşatan, çevreleyen ve her şeyin sahibi olduğunu
defalarca kanıtlayan devlete ''kul olmak'' mı? Buna itirazdır Bozo'nun yaşamı.
Kendi değerlerinin yozlaşmasına, çürümesine ve toplumun dış şiddete boyun
eğmesine karşı zıbını giymekte de, evlenmemekte de, askere gitmemekte de, vergi
vermemekte de, avazı çıktığı kadar bağırmakta da haklıdır Bozo. Bugün çok daha
iyi anlıyoruz Bozo'yu ve yaşam felsefesini.” ismet çelik
Bozo’nun Ağıtlarından Birkaç Seçme
Bozo‘nun babası icin yaktığı ağıtları bazı
değişimler içerse de ağıdın içeriğini değiştirmemektedir. Türkçe ve
Kürtçe olarak kuşaktan kuşağa, dilden dile akarak gelen Kasımoğlu Memedali ve
arkadaşlarının isyanını canlı kılan ağıtlarından bazılarının yazılı hali
şöyledir;
“KASIMOĞLU MEHMET ALİ”
Kara çadır yan
veriyor,
Orta direk şan
veriyor,
Haberciler haber
dağıtıyor,
Benim Mehmet Ali
can veriyor.
Benim begim
mehmet Ali
Hökümetin datlı
dili,
Aşiretin gonca
gülü,
Gözü kör olsun
padişahın,
Nasıl astırdı o
bir gülü
Kara çadır is’mi
tutar,
Beşli martin
pas’mı tutar,
Mehmet ali ne
yatarsın
Yoksa Hüri bacın
yas mı tutar.
Benim begim
mehmet Ali
Hökümetin datlı
dili,
Aşiretin gonca
gülü,
Gözü kör olsun
padişahın,
Nasıl astırdı o
bir gülü.
Mehmet Ali tek
yoldaştır,
Hökümetin datlı
dili,
Aşiretin gonca
gülü,
Gözü kör olsun
padişahın,
Nasıl astırdı o
bülbülü.
KASIMOĞLU
Biner atın
iyisine,
Sürer yolun
kıyısına,
Harput’ta bir
beg asılmış.
Haber verin
dayısına.
Lavo Lavo Mehmet
Ali
Güle sehrâ
Mehmet Ali,
Aşiretin gonca
gülü,
Mencelisde datlı
dili.
Biner ata, at
yakışır,
Yola çıkar yol
yakışır,
Ağa beglerle
konuşur,
Güççük çaplı ile
dövüşür.
O dağında, bu
dağında,
Kan süzülmüş
dudağında,
Harput’ta bir
beg asılmış.
Kasımoğlu
oymağında.
Mavi salvar
bacağında.
Çaplı tüfek kucağında,
Harput’ta bir
beg asılmış,
Kasımoğlu
oymağında
Kamber Yücekayanın 1972 yılında üniversite
bitirme tezinde alınmıstır.(kürecik adlı kitapta)
La konaxan aw gir kirin
Dayik xangan xizmat kirin
Şan naminî la we dawlate
Çavla Kasimoxlu gawr kirin
Kasimoxlu qişlak çê kire
Ja gundan askara xwe topkire
La hambare dujmin sakinî
Aw mana Kurmancê kire
Dastî xwe hûn giştik ba havdin
Hûn re rayi askerê madin
La hambare dawlatê bisakinin
Ja axi xwe hûn
vamaqatin
Kasimoxlu askara xwe anî
La Nale Ordê pusu danî
Dujmin hate wedare ye
Askara dujmin bila kire ye
Dilê min î vî şahino
Davirê la sare çano
Kasimoxlu sari halanê
Sakine la hambara dujmino!
Mamo Mamo Mahmadali
Tu ba salan pirî zarî
La dujminî vî çirkire
Askara dujminî bila kire
Mahmatali
gotke ma ja birmakan
Torenê ma
hûn girbikan Ja
Kurmancê
fadi makan
Zimanî
dujmin beli makan
Torenema
maja birnakan
Dawlate xa e
çê bikan
Kaski sur û
zariî ba bayrax kan
Awna
malixayî ava dakan
Şîn an jî
kilama ku li dû Mamadalî hatiye gotin:
li me çi tê, li me çi tê
deh gund lênîştin li cirîtê
Mamadalî dil şewitand lo
çav roniyê eşîretê
lo lo lawo Mamadalî
here lawo Mamadalî
tu gencî bîst û çar salî lo
eşîr ji derdan dinalî
li Enqerê têlê xistin
li Meletî ar vêxistin
xeber kete eşîretê lo
Mamadalî bi dêr xistin
lo lo lawo Mamadalî
xwang ji
derdê te dinalî
çavê
dijminan birijin lo
ku tu kirine
vî halî
Aqçadaxê
Aqçadaxê
hêlek bostan
hêlek baxê
çaxa çend
nefer ketin nav lo
kirin
qewldarê tem’r axê
lo lo lawo
Mamadalî
hurî ji
derdan dinalî
çavê
dijminan birijin lo
ku tu kirine
vî halî
Mamad êlî
serî ra kir
yekbûn nav
êşîrê çê kir
êrîş kir ser
Osmaniya lo
bindestî qe
qebûl ne kir
mamko mamko Mamadalî
heval rindo
çi delalî
cîran ji
derdan dinalî lo
genco tu bîst û çar salî
memo memo Memedalî
gula zere Memedalî
valikê spî tesmekarî lo
hurî ji derdan din
Şîna bermalê Mamadalî Xurîyê:
Mamadalî ezê dinalim
tu tuneyî qurban
ezê bê halim
kezeba min têşiye
hurî ‘me ez hurî‘ ya te
hêstirên xwe dimalim
hêstirên xwe dimalim.
Mehmet Bayrak’ın; ‘’Kürt Müziği,
Danslar ve Şarkıları’’ ile ‘’Eşkiyalık ve Eşkiya Türküleri’’ kitaplarında
ise şu ağıtlara yer verilmiştir:
KASIMOĞLU MEMEDALİ TÜRKÜSÜ
Seni vuran Kürt müydü,
Kurşunları çift miydi?
Vurduğunu aramıyom
Acap o da yiğit miydi?
Aman aman
Memedali
Aşiretin
gonca gülü
Öldürdüler
oğlan seni
Seni vuran
dağlı mıydı?
Kurşunları
yağlı mıydı?
O da attı
seni vurdu
Senin kolun
bağlı mıydı?
Geceden
baskın bastılar
Dar ağacına
astılar
Kasımoğlu
Memedali
Bayrama
kurban kestiler.
O dağında bu
dağında
Küçük çaplı*
kucağında
Harput’ta
bir bey astılar
Akçadağ’ın
oymağından
Memo Memo
Mehmedali
Tu genci
bistışaş Sali**
Aşiretin gonca gülü
Biner atın iyisine
Gider yolun kıyısına
Harput’ta bir bey astılar
Haber verin dayısına
Kara çadır is mi tutar
Gömüş kılıç pas mı tutar
Anan ağlar bacın ağlar
Elin kızı yas mı tutar
Seni asan dağlı mıydı?
Hem ipleri yağlı mıydı?
Eloğlu seni asarken
Senin kolun bağlı mıydı?
Öderm‘ola öderm’ola
Benim konağım tüterm’ola
Başkasından umudum yok
Esef*** yerim tutarm’ola
Yüce dağın kırcısıyım
Mor koynunun birincisiyim
Beni soran olur ise
Ben Memedali’nin bacısıyım
*Küçük çaplı: kısa tüfek
**Yirmialtı yaşında bir gençsin
***Esef: Memedali’nin oğlu
Asaf
Kaynaklar: Sarız’ın Dallıkavak
köyünden Şükrü Bayrak’tan derlendi
Memedalî
Biner atın iyisine, biner
atın iyisine lo
Sürer yolun kıyısına
Harput ta bir genç asmışlar,
Harput ta bir genç asmışlar lo
Haber verin dayısına
Memko memko Memedalî
Hawer rindo çi delalî
Çiran je derdan dinalî lo
Gênco tu bîstuçar salî
Hurî je derdan dinalî lo
Gênco bîstuçar salî
Geceden baskın bastılar,
geceden baskın bastılar lo
Dar ağacına astılar
Qasımoxlu Memedalî,
Qasımoxlu Memedalî lo
Bayramda kurban kestiler
Memko memko Memedalî
Hawer rindo çi delalî
Çiran je derdan dinalî lo
Gênco tu bîstuçar salî
Hurî je derdan dinalî lo
Gênco tu bîstuçar salî
Bir seherin şafağında, bir
seherin şafağında lo
Gitti gencecik çağında
Körpe gelin kadan alsın,
körpe gelir kadan alsın lo
O dağında, kucağında
Memko memko Memedalî
Hawer rindo çi delalî
Çiran je derdan dinalî lo
Gênco tu bîstuçar salî
Hurî je derdan dinalî lo
Gênco tu bîstuçar salî
Çavkani (kaynak): Garip
Dost
Gotin û Muzîk: Gelêri
Xwendekar (Okuyan): Garip
Dost
Berhevkar (Derleyen): M.
Bayrak
Nivîsî (yazıya Geçiren):
A. Alxasî
Memedalî
Demê demê dem Elî ye
Demê demê dem Eli ye
Serê çavan çar kanî ye
Goçan le ser rê danîye
Elî dem e, dem Eli ye
Oy oy oy oy
Deştê Kirbe ê be ber e
Tofanekê girtîye ser e
Lawkê min dixawaze were
Tornê heziretî Pêxember e
Lo lo lawo Memedalî
Here lawo Memedalî
Tu gencî bîst ü pênc salî
Eşîret je derdê te denalî
Here lawo lawo lawo
Le Enqre têlê xistin
Le Meletî fener vîxistin
Xeber kete eşîretê
Gotin Memedalî be darê
xistin
Here lawo Here lawo
Aşiretin gonca gülü
Hükümetin datlı dili
Hükümetin gözü kör olsun
Oy oy oy oy
Le me çi tê, le me çi tê
Dê lêniştin le cirîtê
Memedalî sana yandım
Çifte kumrular görünce
Here lawo lawo lawo
Here lawo Memedalî
Tu genc î bîsti ü pênc Salî
Eşîret je derdê tedenalî
Oy oy oy oy
Kara çadır yan veriyor
Orta direk an veriyor
Huri Xatun sana yandım
Memedali can veriyor
Here Lawo Memedalî
Tu genc î bist û pênc Salî
Aşîret je derdê te denalî
Oy oy oy oy oy
Lo lo lawo Memedalî
Xwang je derdê te denalî
Çavê dijminan birijin
Ku tu kirne vî halî
Here lawo Memedalî
Tu genc î bîst û pênc salî
Eşîret je derdê te denalî
Oy oy oy oy
Axcadax e Axcadax e
Hêlek bostan hêlek bax e
Çaxa çend nefer ketine nave
Kirine qewildari Temîr Axa
Lo lo lawo Memedalî
Tu genc î bîst û penc salî
Eşiret je derdê te denalî
Here lawo Memedalî
Oy oy oy oy
Tekst û muzik: Gelêrî/Strana
Aqcadax-Meleti
Berhevkar (Derleyen): Ali Alxasî
Çavkanî (Kaynak): Hêvî, hejmar: 21/1997
Mamo Mamo Memedalî
We dî ku Yêzîda le me çir kirin, we dî
Yêzîda leme çir kirin
Mala me be serê me da ar kirin
Ku van Yêzîda be me kirin, ê ku van Yêzîda
beme kirin
Le Kerbelê le îmam Husên nekirin
Memo memo Memedalî, memo memo Memedalî
Çitilî Yêzîdan tu dekuştin, tudekirne vî
halî
Hêlê Meraş pêdegîne, hêlê Merşa pêdagîne
Meraş hilanî girî û şîn e
Hele hun halî Meraş bibînin, hela hun halî
Meraş bibînin
De xwîna gêncê me da bûye golek xwîn e
Memo memo Memedalî, memo memo Memedalî
Le te pirs deken te pêçikir wanî
Mûso tû ke pêçikî le vê partîyê,Mûso tû ke
pêçikî le ve partîyê
Tu dezani ku ev partîya je me ra nîni qe
tu rehetîyê
Her kesekî cenazê xwe dîn ingê deben,
Her kesekî cenezê xwe dîn ingê deben
Kanê lingê te tuni leortê oy
Memo memo Memedalî, memo memo Memedalî
Çitolî Yêzîdan hun dekuştin. Hun dekirine
vî halî
Ev çitolî îş in ev çitolî hal in, ev
çitolî îş in ev çitolî hal in
Le rûyê olaya Meraşê em giştik ê tal in
Ku xwîn le canî me heye, xwînê sur lecanî
me heye
Em heyfê gêncê xwe le xan nalin
Memo memo Memedalî, memo memo Memedalî
Le te pirsdeken te pêçikir wanî
De rake rake Alî serî xwe rake, de rake
rake Alî serî xwe rake
Tu mîna çar-pênc mehan berê de Sulatnê mêzi
nake oy
Yêzîdan de xwînê da tu bêlîsiz kirîye,
Dake tê te de xwînê da nasnake
Memo memo Memedalî, memo memo Memedalî
Le te pirs deken te pêçikir wanî
Ortê Meraşê pêda dar e, çatê Meraşê ê
giştik be dar e
Hinî dûz e hinî xar e oy
Ev qanli Meraş ê ku debên, ev qanli Meraşê ku debên,
Le pêş çavê me giştin bûye mar e
Memo memo Memedalî, memo memo Memedalî
Çitolî Yêzîdan tu dekuştin, tu dekirine vî
halî
Mistefa çawiş î din bûye be emirê kal e,
Yûsif çawiş kuştin be emirê kal e
Fatma Ofikan din bûye, Fatma ofikan ê sewa
Mûse hêstiran demale
Tê ku destê wan xiş bibi,tê ku destê wan
xiş bibi
Dû ra şewitandin tu dekirine xali
Memo memo Memedalî, memo memo Memedalî
Çitolî Yêzîdan tu dekuştin dekirine vi
halî
Çavkani (Kaynak): Aşiq Turabî
Gotin û Muzîk: Aşiq Turabî
Xwendekar (Okuyan): Aşiq Turabî
Berhevkar (Derleyen): M.Bayrak
Nivîsî (Yazıya Geçiren): A. Alxasî
Bir diğeri ise;
Ankara Devlet Konservatuarı tarafından derlenmiştir.
Mehmet Ali
Ören'in dar sokakları
Arga'nın ak suvakları
Ben bu dertten kurtulursam
Yıkarım bu konakları
Mehmet Ali Mehmet Ali
Memleketin gonca gülü
O dağında bu dağında
Kan akıyor dudağında
Harput'ta bir genç vurmuşlar
Kasımoğlu ocağında
Ören'in dar sokakları
Arga'nın ak suvakları
Ben bu dertten kurtulursam
Yıkarım bu konakları
Mehmet Ali Mehmet Ali
Memleketin gonca gülü
O dağında bu dağında
Kan akıyor dudağında
Harput'ta bir genç vurmuşlar
Kasımoğlu ocağında
Mehmet Ali Mehmet
Ali
Memleketin gonca gülü
Memleketin gonca gülü
Ömer polat- MALATYA
İrfan Dayıoğlu, Avrupa Kürecik
Halk İnisiyatifi’nin Yönetim Kurulu Üyesi
KASIMOĞLU
MEHMED ALİ OLAYI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
“Şu Nurhak’ ın dağı yüce
Ben ağlarım gündüz gece
Cenazemi kaldırmayın
Aşiretim gelmeyince”
Ben ağlarım gündüz gece
Cenazemi kaldırmayın
Aşiretim gelmeyince”
“Tarih zulümler, acılar, baskılar ve
güçlülerin kıyımlarıyla doludur. İhanetin her devirde kol gezdiği, sultanlara
uşaklığın insanlığa ve hakka ve adalete hizmetten yeğ tutulduğu sayısız
örneklerle doludur. Ne var ki yine tarihin her döneminde, kul olmaya karşı
çıkan, onurunu çiğnetmeyen halklar ve önderler de var olmuştur ve bu kahramanlar
yenileceklerini de bilseler inançlarından dönmemişlerdir. İşte Kasımoğlu
Memedali de bu yiğitlerden, bu öncülerden biridir.
Tarihin her döneminde mazlumların çığlığı
olanlar bilirler ki, mücadele sonucu yenilseler de gelecek kuşaklara
yenilgileriyle birlikte eğilmemiş bir baş, bitmemiş bir kavga ve bir yiğit
duruş bırakacaklardır. Bıraktıkları bu miras sayesindedir ki, onların ardılları
yeniden, bırakılan bayrağı devralacaklardır. Nitekim bu hep böyle olmuş ve
“dipten gelen dalga” misali tarih boyunca çoşkun bir sel gibi akıp gelmiştir bu
direnişler.
Bize düşen ise bu direnişleri gün yüzüne
çıkarmak, zalimlerce yazılmış tarihin yerine mazlum halkların kendi kanıyla
yazdıkları insanlığın gerçek tarihini gün yüzüne çıkarmaktır. Bunu başaran
topluluklar gelecekte de tüm zalimliklere başkaldırarak yaşamaya devam ederler.
Aydınlar, tarihe ve yaşadıkları topluma karşı
sorumludurlar. Bu sorumluluk ve tarihsel yük nereden geliyor, neden taşınıyor,
nasıl taşınmalıdır? Bu ağır yükün aydının sırtına binmesinin nedeni, aydınların
özel niteliğinden kaynaklanır. Çeşitli sınıfların bağrından gelmekle birlikte,
‘eğitim görmüş olma’ ortak paydasında birleşmeleri, insanlık tarihinin bilgi
birikimini özümsemiş olmaları ve geleceğe yönelik öngörülerde bulunabilme yetenekleri,
topluma karşı sorumlu davranmayı, onu aydınlatmayı gerektirir. Bu pozisyon,
onları, yaşadıkları toplumun ilişki ve çelişkilerini, sınıfların çıkarlarını,
örgütlü tepkilerini; bilinçli ve kararlı şekilde yansıtan kesim olarak öne
çıkarır. Aydınların aldıkları tutumun, yaşadıkları topluma karşı sorumluluk ya
da sorumsuzluklarının tarihsel önemi de, buradan doğar.
Tarih bilimi, toplumsal bellek oluşturmak
bakımından önemlidir. Her topluluk kendi
tarihini merak eder. Tarih, siyaset bilimi, sosyoloji veya felsefeye oranla
daha politik bir hüviyete haizdir. Bu bakımdan her ideolojinin kendine özgün
bir tarih telakkisi ve metodolojisi vardır. Köleci, feodal, kapitalist ve
neo-liberal dönemlerde hükümdar, aristokrasi ve burjuvazi gibi egemen güçlere
sadık kalan bir tarih öğretisi söz konusuyken, Marx ve Engels ile birlikte
köleler, serfler ve proleteryanın çıkarlarını esas alan eleştirel bir tarih
yazımı ortaya çıktı.
Egemenler tarafından zulme uğramış bir
topluluk olarak biz Kürecik halkı da artık kendi tarihimizi kendimiz yazacak
bilgi ve donanıma sahibiz. Yeter ki, isteyelim. İstemek başarmanın yarısıdır.
Artık egemenlerin yazdığı ve dolayısıyla yanlı ve yanlış olan tarihe
karşı objektif bir bakışa sahip ezilen, dışlanan, aşağılanan toplumsal gerçekliğimizi
ortaya çıkarmanın zamanı gelmiştir. Avrupa Kürecik Halk İnsiyatifi’nin oluşması
en azından kendimizi tanımamız anlamında tarihsel bir adım olmuştur.
Her sınıflı toplum gibi coğrafyamızda
egemen olan devletler, inançlar ve etnisiteler, boyundurukları altında
tuttukları toplumsal kesimlere karşı zulmü uyguladılar. Zulmün olduğu
yerde bu zulme karşı direnişin yaşanmış olması da doğaldır. Ancak
egemenlerin tarih yazıcıları bu direnişleri hep karalamıştır. Bu kadim
topraklarda her dönem olduğu gibi, Osmanlı zulmüne karşı da direniş her zaman
var olagelmiştir. Bu zalimler iktidarına karşı direnenlerin başında da elbette
sistem dışı kalmayı seçmiş inanç toplulukları mensupları gelmektedir. Osmanlı
her ne kadar hep tüm inançlara müsamahalı davrandığını söylese de gerçek öyle
değildir. Gerek vergilendirmede, gerek askere almada, gerekse de devlet
yönetimine almada her dönem İslam dışı topluluklara menfi davranılmıştır. Güven
duyulmamıştır ve fırsat bulundukça bu kesimlere zulüm yapılmıştır.
Özellikle 16. Yüzyılla birlikte İslam
hilafetini de ele geçiren Osmanlı, İslam dışı inanç topluluklarına karşı
zulmü boyutlandırmış, buna karşı da söz konusu topluluklar çeşitli dönemlerde
Osmanlı’ya karşı öz savunma amaçlı direnişler, isyanlar geliştirmiştir.
Egemenler sadece fiziki katliamlarla yetinmemiş, bunun yanında ezdikleri
toplulukları kendi öz değerlerinden koparmak amaçlı asimilasyonu da
uygulamışlar ve birçok topluluğu bu biçimde içlerinde eriterek yok etmişlerdir.
En çok asimilasyona tabi tutulan inançların başında bizim de mensubu olduğumuz
Kızılbaş-Alevi inancı gelmektedir.
Siyasal sistemleri, düşün hayatını, bilimi,
sanatı, hukuku ve toplumsal hayatı belirleyip yönlendirerek gerçekleri gizleyen
egemen resmi ideolojiler, iktidar erkine hizmet etmeyen herkesi ve her şeyi
olduğu gibi, tarih boyunca Kızılbaş-Alevi inancını da demokratik komünal
değerlere dayalı olan köklerinden; adalet, eşitlik, özgürlük, ortakçılık ve
kadın eksenli özelliklerinden uzaklaştırmak ve bu inanca mensup insanları bölüp
parçalayarak kendine yabancılaştırmak, inancına ve etnik aidiyetine
hakaret ederek ve kara çalarak yasaklamak, tarihinin öz ve biçimini
çarpıtarak bu kadim inancı tanınmaz hale getirmek için, fiziki ve
kültürel katliamlar başta olmak üzere, denenmedik yol bırakmamışlardır. Bizans
döneminden, Selçuklu‘ya, Osmanlıdan Cumhuriyet dönemine ve günümüze kadar bu
politikalar farklı biçimler alsa da özünde aynı amaçla devam etmiştir. İçinden
geçmekte olduğumuz tarihsel süreçte de aynı politika planlı, bilinçli ve
sistematik olarak sinsi bir biçimde sürdürülmektedir.
Fakat Kızılbaşların tarihi sadece katliamlar
ve ihanetler tarihi değildir. Aynı zamanda var olmak için direnmenin de
tarihidir. Bu tarihsel inkar ve imha politikalarına karşı direnişte, 1240’ta
Babai ayaklanması, 1420’lerde Şeyh Bedreddin, Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa
dönemindeki başkaldırılar, Koçgiri ve Dersim´de Seyid Rıza, Alişer ve eşi
Zarife, Nuri Dersimi ve de Sakine gibi diğer şehitlerin direnişleri de
demokratik uygarlık tarihimizdeki onurlu yerlerini almışlardır. Tıpkı Bektaşi
Veli, Hallac-ı Mansur, Nesimi, Baba Tahir-i Üryan, Ebul Vefa-i Kurdi, Eba
Müslim-i Horasani, Suhreverdi, Babek, Mazdek, Hürrem, Pir Sultan ve daha
niceleri gibi.
İşte bu şehitlerimizden ve yol açıcılardan bir
tanesi de Kasımoğlu Mehmed Ali’dir. Yukarda ismini saydığımız başkaldırılar ve
katliamlar yaşananların tümü değildir. Bölgemiz Akçadağ-Kürecikte de aşağıda
adını anacağımız veya anmadığımız onlarca katliam ve katliamlara karşı direniş
yaşanmıştır. Bütün diğer şehitlerimiz gibi Kasımoğlu Mehmed Ali’de direnme
geleneğimizin yaşamasında yol açıcı olmuştur. Her dönemden daha çok Osmanlı’nın
gerileme dönemi olan 1800’lü yılların başından itibaren, Kürtlerin
entegrasyonu, asker alma ve vergi toplama çabası hep sorun yaratır.
Kürtlerin yaşadığı tüm coğrafyada yaşanan
sorunlar Kürecik’te de yaşanmaya başlandı. Osmanlı, birinci paylaşım
savaşına girince ekonomik ve insan gücü bakımından oldukça zayıfladı. Her
savaşta olduğu gibi savaşın yükünü halka yüklemeye çalıştı. Ağa ve boybeylerinin
nüfuzundan yaralanarak halktan, at, asker ve erzak ister. Aynı istekler
Kasımoğlu Mehmed Ali’ye de iletilir. Küreciklilerin o güne kadar
ödemediği vergiler ve asker istenir. İstenen askerlerin içinde Memed Ali de
vardır. 24 yaşındaki Memed Ali askere gitmeyi kabullenemez. Başta eşi
Hürü hatun ve çevresi de aynı görüştedir. Zaten Kürecikliler askere gitmekten
bıkmışlar. Çünkü giden gelmiyordu. Yakalanıp askere götürülenler için
çaresizliklerini, “Ku hat xadane maleye Ku nahat sadaka saleye”(Gelirse evin sahibidir,
gelmezse yılın sadakasıdır.) deyimi ile dile getiriyorlardı.
Kürecik, zulme karşı isyanın adıdır !
Kürecik yerleşim olarak çok eskiye
dayanmaktadır. Bunu Kürecik’te bulunan tarihi kalıntılardan anlamaktayız. Ferik
kalesindeki kalıntılar, Harunuşağı’ndaki merdivenle inilen ve Gavur Deliği
denilen mağara, Yine Harunuşağı Beypınar’ındaki kayalıklardaki yazılar
bunun en bariz göstergeleridir. Kürecik tarihini incelerken Akçadağ , Kürne ve
Kürecik olarak birbirinden ayırmak oldukça zor ve olanaksızdır. Çünkü bölgede
yaşayan topluluklar etnik köken, inanç boyutu ve dil olarak birbirlerinden
ayırt edilemezler. Aynı kültürel değerleri taşırlar. Bu toplulukları farklı
düşünmek olası değildir. Kürecikli yaşlıların anlatımları da bu yöndedir. Bugün
sünni olan toplulukların geçmişte alevi oldukları ve tamamının Kürtçe konuşuyor
olmaları, gelenek ve göreneklerinde aynı davranışları göstermeleri, bunun
önemli kanıtlarıdır.
Kürecik’li yaşlılar Dersim’in Erzincan-Fırat
havzasından geldiklerini söylerlerdi. Dersim, bugünkü Tunceli ili ile sınırlı
değildir. Dersim, Safevi devletinin en uçtaki eyaletidir. Muş Varto, Erzincan,
Sivas, Elazığ, Bingöl’ün bir kısmı, Malatya, Maraş bölgesini kapsayan geniş bir
alandır.
Osmanlı Padişahı Yavuz, 1514 tarihinde İran'a
karşı (o dönemde İran'da Şah’ın iktidarı var) bir sefere çıkar. Bu sefer
sırasında yol güzergahı üzerinde bulunan alevi Kürtler katliam korkusundan,
dağlık alana sığınırlar. Bu aşiretlerden bazıları; Arapkir, Divriği, Kangal,
Gürün, Akçadağ ve Elbistan’ın sarp dağlarına yerleşirler. Kürecik Aşireti’de bu
dönemde bugün yaşadığı alana yerleşmiştir.
Diğer önemli bir konu ise, Kasımoğlu
isyanından önce Aşiret’in Osmanlı Hükümdarlığını asla kabul etmediği ve o güne
kadar 5 defa Osmanlı ile karşı karşıya geldiğidir. Bunlar: 1780-1790 Asafoğlu
olayı, 1800’de Veli Paşa olayı, 1833-1840 yöredeki Şötükli, Nermikanlı,
Parçikan, Atmalı, Kürne, Kürecik ve 1840’larda Arga (Akçadağ) aşiretlerinin
başkaldırısı, 1863-1866 saydığımız aşiretlerin yanı sıra Maraş, Malatya,
Adıyaman, Dersim ve Bitlis’den bazı aşiretlerin başkaldırıları, 1895 Dümüklü
olayı, 1914-1915 Kasımoğlu İsyanı’dır.
Dümüklü Ali Olayı’nı H. Nedim Şahhüseyinoğlu
şöyle değerlendiriyor; „Akçadağ’ın Kürne-Kürecik aşiretleri, yüzyıllardan
beri iç ayaklanmalar gerekçe gösterilerek baskına uğramışlar, evleri
yağmalanmış, erkekleri öldürülmüş. Kadınlar dul, çocuklar öksüz ve evsiz
kalmışlar. Devlete, ağa ve beylere güvenleri kalmamış. Yeni kurtarıcı
aramışlar… Aradıkları ve bekledikleri kurtarıcının doğaüstü gücü olmalıdır…
Osmanlı yönetiminin ve ağaların, beylerin, eşkiyanın hakkından gelmelidir.
Adaleti sağlamalıdır. Evet Mehdi olmalıdır. (…) Dümüklü Olayı böyle bir ortamın
ürünüdür.“ (N. Şahhüseyinoğlu: Kürecik, Ank. 1993,s. 63 Aktaran Mehmet Bayrak))
Görüldüğü gibi Kürecik aşireti nerede zulüm
varsa orda karşı koymuş ve bedeli ne olursa olsun mazlumun yanında durmaktan,
zalime karşı direnmekten geri durmamıştır. Adeta Kürecik ismi zulme karşı
isyanın adı olmuştur. Bu dün de böyleydi, bugün de böyledir ve yarın da böyle
olacaktır.
Yukarda saydığımız isyanlardan birisi de
Akçadağ İsyanı’dır.
Ermeni yazarı Garabed Toursarkisian‘ın kaleme
aldığı ve Archag Tchobanian’ın 1897 yılında Fransızcaya çevirdiği “Zeïtoun,
depuis les origines jusqu'à l'insurrection de 1895” adlı eserinden şöyle
yazıyor: “AKÇADAĞ SAVAŞI 1849 yılına doğru Akçadağ Kürdleri, çevre bölgeleri
işgal etmeye, yakıp/yıkıp talan etmeye ve Sivas bölgesini tehdit etmeye
başladılar. Türk hükümeti onlara boyun eğdirmek istiyordu. Başvezir’in kendisi
İstanbul’dan 50.000 gibi büyük ordu ile bölgeye geldi. Osmanlı Ordusu dört bir
yandan Akçadağ’ı kuşattı ve şiddetli saldırılarda bulunmaya başladı. Kürdler
dağlara çekilerek ve boğazları tutarak Osmanlı Orduları’nı bir çok defa geri
püskürtüler. Ezilmiş, yenilmiş ve yıpranmış Osmanlı Ordusu, yeniden savaşa
başlama kabiliyetini göstermiyordu. Fakat, Kürdler’e boyun eğdirmek zorunluydu.
Zira Kürdler’in zaferi daha önceden Türk hükümatine karşı bağımsızlıklarını
ilan etmek için isyan halinde olan tüm aşiretleri cesaretlendirecekti. Kürd
isyancılarının hakkından gelmek için hükümet mecburiyet karşısından Zeytun
Ermenilerinden yardım istedi. Bu yardımın karşılığında Zeytunlu Ermenilere
ayrıcalıklar verecekleri sözünü verdi. Zeytunlular hükümetin önerisini askeri
güçlerinin Osmanlı ordusuna katılmaksızın, kendi prenslerinin komutasında
bağımsız bir güç olarak savaşa katılması şartiyle Kabul ettiler. Sadrazam
Zeytunluların şartını Kabul etti, Kürdlerle Ermeniler arasında savaş başladı.
Deli Keşiş (Ermenilerin üzerine bir çok şiir ve şarkı söylediği bir şahıstır.
Aso) Bağdat’tan yeni geri dönmüştü ve
uzun yılların tecrübesine sahipti. Zeytun prensleri 400 savaşçıdan oluşan bir
birliği oluşturarak komutasına Deli Keşiş’i getirdiler. Zeytunlular Akçadağ
Kalesine tırmanarak Kürdlere ilk darbeyi vurarak kaleyi ele geçirdiler.
Zeytunlular Kürdleri katliamdan geçirerek her şeylerine el koydular. Aynı dönem
de diğer cephe de Osmanlı Ordusu Kürdler karşısında yenilgiler alıyordu.
Zeytunlular kaleyi ele geçirdikten sonra arkadan Kürdlere saldırdılar ve onlara
pek çok büyük kayıplar verdiler. Kürdler arasında bir panik başladı ve kaçmaya
başladılar. Ancak ondan sonra Türk Ordusu Akçadağ dağlarına girebildi ve
intikamı almak için evleri yakmaya ve kaçanları öldürmeye ve boğazlamaya
başladılar. Başvezir, Zeytun Ermenileri’nin kabiliyetine ve cesaretlerine
hayran kaldı. Bu arada diğer isyancı aşiretlere boyun eğdirmek için
Zeytunlular’dan ordusunun öncü birlikleri için bir askeri birlik oluşturmak
istedi. Deli Keşiş, Başvezir’in niyetini öğrenince askeri birliğine
ganimetlerini almalarını ve gece Osmanlı ordusunu aşarak Zeytun’a geri dönme
emrini verdi. O günden beri Akçadağ boyun eğdi ve Zeytunlular’a karşı derin bir
kin besledi. Bu zafer, Zeytunlular’ın diğer müslüman aşiretleri arasında itibarını
artırdı. Fakat, Türk hükümeti Zeytunluların kendisine yaptıkları hizmet
karşılığında ödüllendireceğine, tüm gücünü kullanarak Zeytunluları ezmeye
çalıştı”(age, sayfa 103-105) Sonuç olarak açık bir şekilde görülmektedir ki,
Akçadağ Kürtleri Osmanlı devletine karşı büyük direnişlere geçmiş ve
katliamlara uğramışlar” ( Aktaran Aso Zarosyan)
Kasımoğlu bir halk kahramanıdır
Kasımoğlu Osmanlı’ya başkaldırırken eşi Hüriye'nin desteği tamdır.
Desteğini şu sözlerle gösterir; “Sen Kasımoğlu olacaksın, Kürt ve Kızılbaş
olacaksın Osmanlı’ya asker ve vergi vereceksin! Sana yakışır mı?”
Kasımoğlu isyanı 1914’ün sonu 1915’in başlarında başladı. Kasımoğlu
Memedali 24 yaşında olup zengin bir ailenin oğludur. Elbistan’ın Alxas Aşiret
reislerinden Süllüzadeler (Kocolar) Kabilesinden Hüriye hanımla evlidir.
Ancak Kasımoğlu bu isyandan önce Veli Paşa olayına da karıştığı için
Osmanlıyla arası açıktır. Osmanlı ise Balkan savaşında yenik çıkmış ve birinci
dünya savaşına zorunlu girmiştir.
Osmanlı’nın asker ve vergi istemini kabul
etmeyen Memedali, çevre köylere haber göndererek Kelanlı köyünde bir toplantı
düzenler. Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumu anlatır ve Osmanlı’nın
isteklerini aktarır. Kendisi Osmanlı’ya karşı direneceğini belirtir ve
herkesten kendisini desteklemelerini ister. Toplantıya katılanların bir kısmı,
‘hükümete karşı çıkmayalım’ der. Sonuçta karşı çıkma kararı alırlar. Memedali
ve arkadaşları topladıkları az sayıdaki milisle üzerlerine gelen müfrezelerle
Körsüleymanlı köyünün alt tarafında çatışmaya girerler. Çatışma kısa sürer. Bir
çok Kürecikli ölmüştür, kimisi ise yaralıdır. Bazıları gizlenirken, Memedali,
Alhaslı’ya gidip sığınır, amacı Zeytun’e gitmektir. Kimi Memedali’nin
yakalandığını, kimileri de bir yüzbaşı arkadaşının haber gönderip “gelip teslim
olursa kendisini kurtarırım” şeklindeki söylemine güvenerek teslim olduğunu
söylemektedir. Memedali, yakalandıktan sonra Harput’a götürülüp 1915 yılında
Kali Cannike ve karısı *Alte ile birlikte idam edilirler. Kimileri idamdan
kurtulsa bile mahküm edilirken kimiside sürgün edilir. Sürgünlerden
Memedali’nin teyzesinin oğlu Kali Cune ise Konya Ermenek’e sürgün edilerek 2,5
yıl orada kalır. Körsüleymanlı Köyünün Balolar’ın evi dışındaki bütün evler ile
Memedali’nin konağı yakılır. Balolar’ın evi ise daha önceleri Başyurt’ta çıkan
bir çatışmada yaralanan bir yüzbaşıyı Zale Bale tedavi ettiği için yakılmaz.
Hüriye hanımın bu isyanda eşi Memedali’ye
verdiği desteği bazı kesimler yanlış değerlendirerek Kasımoğlu’nun eşi
Hüriye'nin etkisinde kalarak, başkaldırı kararı verdiğini şeklinde
değerlendirmişlerdir. Bu yaklaşım yüzeyseldir. Bu yaklaşım, aynı zamanda
isyanın önderi Memedali’yi küçümsemekte ve isyanın büyüklüğünü,
gösterilen cesareti, kararlılığı gölgelemektedir. Yine bu yüzeysel ve temelsiz
yaklaşım, bu isyanın sınıfsal, ulusal ve inaçsal yönünü görmezlikten
gelmektedir.
Bu yüzeysel yaklaşımların etkisinin yanısıra
devletin bilinçli olarak uyguladığı politikalarla bu isyan gizli kalmış ve
bugüne kadar kamuoyuna fazla yansımamıştır. Halbuki ilk çatışmada Alibek Demirel,
Halil Çolak ve Ali Mordeniz başta olmak üzere birçok insan öldürülmelerine ve
daha sonra Harput’da asılan Kolloyi Canıke, eşi Alte hanım ve Kasımoğlu
idam edilmelerine rağmen, egemenler ve işbirlikçileri sanki hiç bir şey olmamış
gibi olayın üstünü örtmüş, toplumdan gizlemiş ve gizleyemediği durumlarda da
küçümsemiştir.
Kahramanlarını unutan milletler başka milletlere kul olurlar.
Biliniyor, tarih hep dönemin egemenlerince
yazılır. Genel adlandırmayla mazlumların dönemin zalimlerine karşı direnişleri
de o dönemin egemenlerince yalan yanlış yazılmış ve gerçek tarihi kaleme
alanların eserleri de, egemenlerin ardılları tarafından yok edilmiştir.
Toplumların bellekleri silinmiş, insanlığın gerçek tarihinin yerine yalanlarla,
egemenleri öven, zalimlere karşı direnenleri ise karalayan bir tarih anlayışı
ikame edilmiştir.
Kendini yazar sanan ve bugünde devlet
ideolojisini savunmayı kusur görmeyen bazıları, ısrarla Memedali isyanının ne
Kürtlük, ne Alevilik adına ne de haksızlığa karşı yapılmadığını belirtiyorlar.
Argümanlardan birisi Kürecik aşiretlerinin tamamının katılmadığıdır. Oysa her
isyanda, her direnişte egemenler içerde kendilerine hizmet edecek hainler
bulmuşlardır. O dönem devlet, bazı aşiret ileri gelenlerini yanına
aldı. Osmanlının Tataruşağı ağası Mahmut ağa gibi ihanetçileri, tıpkı
bugünkü ihanetçiler gibi kendi halkına karşı kullandığı bir gerçektir. Ancak bu
böyledir diye haksızlığa ve zulme karşı isyan edenleri küçümsemek gerekmiyor.
Ne mutlu ki Memedali’nin torunları bugün
gerçeği iğne ucu ile kuyu kazarak ortaya çıkarmaktadırlar. Ne mutlu ki,
Memedali’nin direniş geleneği, torunlarınca Kürdistan dağlarında
yaşatılıyor. Gerçeklerin gizli kalmayacağı bir kez daha hükmünü icra etmiştir.
Ölümünden yüz yıl sonra Kasımoğlu Memedali’nin takipçisi olmakta kararlı Avrupa
Kürecik Halk inisiyatifi; yaptığı alan araştırması, tanık anlatıları ve
bugüne kadar olay hakkında yazılanlardan da yararlanarak Kasımoğlu Memedali
olayına açıklık getiren elinizdeki bu kitabı hazırlamıştır. Avrupa Kürecik Halk
İnisiyatifi, kahramanlarını unutmayacak ve unutturmayacaktır.
Yaşatacaktır. Kendi halk değerlerimizi, kendi tarihimizi ortaya çıkarmak ve
yeniden toprağımıza, özümüze dönmek için elinden geleni yapacaktır.”
Not: bu yazıyı hazırlarken en çok H.Nedim Şahhüseyinoğlu’nun
Kürecik Adlı kitabından yararlanılmıştır. Irfan dayioglu
·
Alte hanımın idam edilmediğine ilişkin daha
önce düzeltme yapılmıştı.
İsmet Çelik
Devletin
kullandığı şiddet
“Çoğu medeniyet korkaklık üzerine
kurulmuştur. Korkak olmayı öğreterek medenileştirmek epey kolaydır. Cesaret
standardını düşürürsün. İstekleri sınırlarsın. İştahları denetim altına
alırsın. Ufkun etrafını çitle çevirirsin. Her faaliyet için bir kanun
yaparsın. Kaosun varlığını inkar edersin. Çocuklara bile yavaş yavaş
nefes almalarını öğretirsin. Evcilleştirirsin.” Frank Herbert
Devletin düzenli
ve sistemli olarak kullandığı şiddet, tarihte olduğu gibi günümüzde de devam
etmektedir. Tarihte ortalama 15-20 yıl aralıklarla kendi hedeflerine hizmet
edecek biçimde kullandığı katliamlar, Cumhuriyetle birlikte daha da
sıklaştırılmıştır.
Katliamlar
ve açık şiddet kronolojisi
1837-1839'ların
ortalarında Dersim-Malatya-Akçadağ (Arxa) hattında Osmanlı tarafından
gerçekleştirilen 2 büyük Kürt-kızılbaş katliamının detayları hakkında sadece
Alman general Moltke ve Fransız
gezgin Poujoulat'ın rapor ve
tanıklıklarından öğreniyoruz.
Ermeni yazarı Garabed Toursarkisian’ın anlattığı 1849
yılındaki Malatya-Akçadağ katliamı ise Zeytunlu Ermenilerinin çeşitli
vaatlerle devreye sokulduğu bir katliam
olarak tarihe geçti.
1894 ''Dummuklu Ali Olayı'' olarak bilinen
katliam. Bundan 21 yıl sonra Kasımoğlu olayı gelir ki; devletin
planlı-programlı ve tarihin en büyük soykırımlarından ''Ermeni Soykırımı'' da
bu yıllarda başlar.
1919-1921 de
Koçgiri'deki ilk ulusal anlamdaki Kürt başkaldırısı sonrasında gelen katliam
devreye konulur.
22 Ocak 1921'de
sistemle bütünleşmeyen Çerkes Ethem, kısa süre sonra 29 Ocak'ta Mustafa Suphi
ve 14 yoldaşının katledilişi gündeme gelir.
1924 Nasturi Katliamı (Nasturiler Hristiyan Kürtler'dir); 12-24 Eylül 1924 arasında Nasturi bölgesindeki (Şemdinli harekatı) katliam operasyonu düzenlenir.
1925 yılı Şubat-Nisan ayları arasında Şeyh Said önderliğinde ayaklanan Kürtlerin başkaldırı önderi asılır. Akabinde katliam başlar ve gayri resmi kayıtlara göre katledilenlerin sayısı 15 binden fazla, yakılan-yıkılan köylerin sayısı ise 337'dir.
Bu katliamdan sonra ise Takrir-i Sükun Yasası çıkarılır ve Kürtlerin yaşadığı tüm bölgelerde idamlar, sürgünler, birbirini izler.
''İstiklal Mahkemeleri" ile başta Kürt bölgelerinde dizginsiz bir terör uygulanır. Bu mahkemeler, düzene muhalif tüm kesimleri susturmanın, sindirmenin aracı haline dönüştürülür. Dönemin Kastamonu milletvekili A. Kadir Kemal'ın açıkladığı: "Korkup çekinmeye lüzum yoktur. İcap ederse, bu memleketi kurtarmak için 500 bin kişiyi idam etmeli ve bundan asla çekinmemelidir." söylemi pratikleştirildi. Bu katliam amaçlı mahkemelerin kaç kişiyi astığı kayıtlara geçirilmez ama gayri resmi rakamlar korkunçtur. Kimi araştırmacılara göre bu sayı, kurtuluş savaşında ölenlerden daha fazladır (32 bin). Sadece iki yılda bilinen, Şark İstiklal Mahkemeleri 420, Ankara İstiklal Mahkemesi 240 idam cezası vermiş olmasıdır.
Ağrı'da halk 1926-1930'da ayaklanır. Ayaklanmanın ilk döneminde katledilen Kürt sayısı resmi olarak 15 bin'dir. Gayri resmi rakamlar 47 bin civarındadır.
1938'de Dersimde 90 bin Dersimli Kürt katledilir. Bu döneme kadar olan yaklaşık 17 Kürt ayaklanmasının hepsi acımasızca katliamlarla sonuçlandırılır.
33 Kürt Köylüsünün katledilmesi 1943 Temmuz ayındadır.
1955'in 6-7 Eylül'ünde, devletin paramiliter güçlerince planlanan şovenist bir kışkırtmayla azınlıklara yönelik yağma ve katliam gerçekleştirildi. Gayri-resmi açıklanan rakam yüzün üzerinde Rum katledildi. 73 kilise, 1 fabrika, 8 ayazma, 2 manastır, 3584'ü Rum vatandaşlara ait olmak üzere 5538 gayrı menkul yakılıp yıkıldı. 70.000 TC vatandaşı Rum bu yolla göçertildi.
19 Şubat 1969: 6. Filo'nun İstanbula gelişine itiraz eden halka, devletin organizesindeki paramiliter güçlerin saldırısı sonrasında 2 kişi öldürülür, yüzlercesi yaralanır.
1 Mayıs 77 de İstanbul Taksim Meydanına toplanan 500 bin kişinin bulunduğu alan taranır. 37 ölü, onlarcası yaralanır.
20-24 Aralık 1978'de katliam yeri Maraştı. Burada yine devletin her zaman elinin altında katliamlar için tuttuğu faşist güçler devredeydi. Alevi halkımıza karşı gerçekleştirilen bu katliamda, resmi rakamlara göre 111 kişi katledildi, 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkıldı.
1924 Nasturi Katliamı (Nasturiler Hristiyan Kürtler'dir); 12-24 Eylül 1924 arasında Nasturi bölgesindeki (Şemdinli harekatı) katliam operasyonu düzenlenir.
1925 yılı Şubat-Nisan ayları arasında Şeyh Said önderliğinde ayaklanan Kürtlerin başkaldırı önderi asılır. Akabinde katliam başlar ve gayri resmi kayıtlara göre katledilenlerin sayısı 15 binden fazla, yakılan-yıkılan köylerin sayısı ise 337'dir.
Bu katliamdan sonra ise Takrir-i Sükun Yasası çıkarılır ve Kürtlerin yaşadığı tüm bölgelerde idamlar, sürgünler, birbirini izler.
''İstiklal Mahkemeleri" ile başta Kürt bölgelerinde dizginsiz bir terör uygulanır. Bu mahkemeler, düzene muhalif tüm kesimleri susturmanın, sindirmenin aracı haline dönüştürülür. Dönemin Kastamonu milletvekili A. Kadir Kemal'ın açıkladığı: "Korkup çekinmeye lüzum yoktur. İcap ederse, bu memleketi kurtarmak için 500 bin kişiyi idam etmeli ve bundan asla çekinmemelidir." söylemi pratikleştirildi. Bu katliam amaçlı mahkemelerin kaç kişiyi astığı kayıtlara geçirilmez ama gayri resmi rakamlar korkunçtur. Kimi araştırmacılara göre bu sayı, kurtuluş savaşında ölenlerden daha fazladır (32 bin). Sadece iki yılda bilinen, Şark İstiklal Mahkemeleri 420, Ankara İstiklal Mahkemesi 240 idam cezası vermiş olmasıdır.
Ağrı'da halk 1926-1930'da ayaklanır. Ayaklanmanın ilk döneminde katledilen Kürt sayısı resmi olarak 15 bin'dir. Gayri resmi rakamlar 47 bin civarındadır.
1938'de Dersimde 90 bin Dersimli Kürt katledilir. Bu döneme kadar olan yaklaşık 17 Kürt ayaklanmasının hepsi acımasızca katliamlarla sonuçlandırılır.
33 Kürt Köylüsünün katledilmesi 1943 Temmuz ayındadır.
1955'in 6-7 Eylül'ünde, devletin paramiliter güçlerince planlanan şovenist bir kışkırtmayla azınlıklara yönelik yağma ve katliam gerçekleştirildi. Gayri-resmi açıklanan rakam yüzün üzerinde Rum katledildi. 73 kilise, 1 fabrika, 8 ayazma, 2 manastır, 3584'ü Rum vatandaşlara ait olmak üzere 5538 gayrı menkul yakılıp yıkıldı. 70.000 TC vatandaşı Rum bu yolla göçertildi.
19 Şubat 1969: 6. Filo'nun İstanbula gelişine itiraz eden halka, devletin organizesindeki paramiliter güçlerin saldırısı sonrasında 2 kişi öldürülür, yüzlercesi yaralanır.
1 Mayıs 77 de İstanbul Taksim Meydanına toplanan 500 bin kişinin bulunduğu alan taranır. 37 ölü, onlarcası yaralanır.
20-24 Aralık 1978'de katliam yeri Maraştı. Burada yine devletin her zaman elinin altında katliamlar için tuttuğu faşist güçler devredeydi. Alevi halkımıza karşı gerçekleştirilen bu katliamda, resmi rakamlara göre 111 kişi katledildi, 210 ev ve 70 işyeri yakılıp yıkıldı.
4 Temmuz 1980 de
ise yer Çorum. Devletin sivil-resmi güçleri 30 Haziran'da saldırıya başladı.
Toplam katledilen 50 kişidir. 12 Eylül Faşist darbesi ve toplumsal manada
uyguladığı şiddet ve yaratılan mağduriyetlerin detaylarına girmeyeceğiz.
Önemsiz gördüğümüzden değil, canlı olarak hafızalarımızda yaşadığına
inandığımızdan dolayı.
Faili belli
cinayetler, işkenceler, gözaltında kayıplar, köy yakmalar, köy boşaltmalarla
bir milyondan fazla insanın göçertilmesi-sürgünü hepimizce bilinen devlet
politikalarıdır. Tüm bunlar siyasi değilmiş gibi algılanır ve Deniz, Yusuf,
Hüseyin, Sinan, Mahir ve arkadaşları, İbrahim, Haki, Mazlum, Erdal Eren
idamları ile çatışma yaratarak devrimci ve yurtseverleri başta olmak üzere
sayıları binleri bulan saldırı ve eylemlerle katlettiklerini sadece ''siyasi
nedenler''e bağlar.
2 Temmuz
1993'teki Sivas Madımak katliamı, iki yıl sonra 12 Mart 1995 Gazi Mahallesi
katliamı ve Kürdistan’daki ilçe ve kasabalardaki irili-ufaklı kuşatmalar, ülke
genelindeki devlet politikalarının protesto edildiği yürüyüşlere devletin
katliamcı yaklaşımı da herkesin hala hafızasındadır. Bu amaçla çıkarılan ve
değiştirilen yasaları saymakla bitiremeyiz.
28 Aralık 2011
tarihinde adres Roboski oldu. Sivil ve günahsız olduğu bilinerek 34 Kürt çocuğu
katledildi.
Devlet bu
tarihten kısa süre sonra ise bu kez Rojava’da Kürt halkının kazanımlarına
yöneldi. DAİŞ eliyle Şengal, Kobane işgal ve katliamlarının planlarının ve
silah-personel lojistiğinin-takviyesinin devlet tarafından yapıldığı herkes
tarafından bilinir.
Devletin
şiddet politikalarının bölgemize yansımaları
Şiddet; güç,
zorlama ve baskı uygulama yoluyla, bedensel ya da ruhsal zarara neden olan söz,
yaklaşım, tutum ve hareketlerin tümüdür. Dolayısıyla, sadece saldırganlık ve
kaba kuvvet içeren tutum ve davranışlar değil; hakaret etmek, aşağılamak,
tehdit etmek, ekonomik özgürlüğünü kısıtlamak ve zorla bir şey yaptırmak gibi,
kişinin kendisine olan saygısını, kendisine ve çevresine olan güvenini azaltan;
korku, kaygı ve rahatsızlık hissetmesine sebep olan söz, tutum ve davranışlar
da şiddet tanımının kapsamı içinde yer alır. Şiddetin; fiziksel, cinsel,
duygusal, sözel, ekonomik ve politik olmak üzere birçok çeşidinden söz etmek
mümkündür.
Şiddetin toplum içinde, toplum tarafından nasıl sunulduğu, nasıl kabul
gördüğü de önemlidir. Çünkü kabul gören şiddet de meşrudur. Hatta şiddet
genellikle bir yaşam biçimi olarak benimseniyorsa sorun olarak görülmez ve
sorun çözmenin bir aracı olarak onay görür. (ERGİL 2001:40)
Toplum
mühendisliği; Basitçe zihin mimarlığı veya daha komplex bir ifadeyle
''toplumsal psikolojik bilinç mimarlığı'' denilen faaliyetir. Uygulama; toplum
geneline, dar topluluklara veya kişilere karşı yürütülebilir. Toplum
Mühendisliği, toplumun demografisinde, sosyal dokusunda, tarihten gelen
yapısında değişiklik yapmak, tepkilerini, nefretlerini, isteklerini,
sevgilerini, tutkularını ve kitlesel şekilde ifade ettiklerini duygularını
yönlendirebilmek, kontrol altında tutabilmek, paralize edebilmek gibi yetileri
içeren iştir. Böyle bir meslek dalı yoktur. Toplum mühendisliği, çeşitli meslek
dallarından oluşan bir ekip tarafından, finansal destek, koruma, iletişim ve
başka araçlar yardımı ile gerçekleştirilebilir. Daha çok askeri ve istihbari
alanlarda kullanılan bir terimdir.
Kendisine
dayatılan açık şiddet karşısında kendi onurunu ve şerefini koruyabilme,
savunabilme gücü olmayan toplum doğal olarak içe kapanır. Dışarıdan dayatılan
ve her anlamda onurunu rencide eden şiddet karşısında içine düştüğü-zorlandığı
onursuz yaşamaya tepki olarak gösterdiği ilk şey ''unutma''dır. Sanki böyle bir
gerçeklik yokmuş ve hala onuru ve şeferiyle yaşıyormuş tutumu almak olur.
Şiddet arttıkça iç tepki de artmaya başlar. Bu iç tepki, bireylerin olanlar
konusunda birbirlerini suçlaması, kendi aralarında suçlu arama ve giderek bu
içinde yaşamak zorunda bırakıldıkları dayanılmaz durumu aşmak için, yeni iç
düşmanlar çıkarmaya yönelir. Çünkü kendisine yaşatılan onursuzluğun nedenini
kendinden güçlü olandan (devletten), asıl suçludan soracak gücü ve takati
yoktur.
Yukarıda
sıralanan katliamlar kronolojisi aslında toplumun bilinçaltındadır. Orada
yapılan her şey kayıtlıdır, devletin de istediği budur. Burada kayıtlı olan
devletin saldırısıdır, işkencesidir, halkın genç çocuklarını savaşa götürüp
ölmelerine neden olmaktır, vergi adı altında halkın emeğiyle yarattığı değerleri
askeri zorla almaktır, köy ve konak yakmadır, ev ve dükkan talanıdır,
cezaevidir, inançsal ve kültürel asimilasyonlardır, zorla din ve dil
değiştirmedir, tehdittir, karalamadır, katliamdır. Tüm bunların yanında
tekelinde tuttuğu kamusal ekonomik gücünü ve iş (istihdam) ve mevkileri de
''havuç-sopa'' politikası amacıyla planlı ve programlı uygulamasıdır,
pratiğidir. Aslında devlet kendini tek tek bireylerin dimağına böyle
nakşetmiştir. Gerisini bu hafızayı adeta genlerine işlemiş olan toplumdan
bekler.
“Hükmedenler konuştuktan sonra
Hükmettikleri konuşacaktır.”
B. Brech
Toplum bu
bilinçaltıyla hareket eder ve ''doğal savunma refleksi''ni işleterek ölümü, yok
olmayı değil, ''ne pahasına olursa olsun yaşam''ı seçer. Mesela devletin bu
ısrarlı şiddet dayatması karşısında kızılbaş olmayı ilk etapta, adeta bir
lüksmüş gibi bırakır. İnkar eder, takkiye ile ve bu yolla bu tarihi değerinden
vazgeçtiğini dışavurur. Böylece kendisine olası bir katliam getirme
tehdidini-tehlikesini saf dışı ettiğine inanır. Sonra kendi yaşamına tehdit
olarak gösterilen Kürt olmayı da bırakır ve ''ne mutlu Türküm diyene!''
sloganını haykırır. Ernemi ve diğer katliama uğrayan, ezilen halklara da sistem
diliyle yönelir. Neki, ''onlar zaten kendileri suçlu'' olur birden. Kasımoğlu
Memedali ve sonrasında kendisine ve çevresindeki halklara yaşatılanlar ''Ne
yaparsa yapsın, devlete baş kaldırılmaz. Ona karşı gelen suçludur.'' anlayışını
geliştirir.
Bu açıdan
baktığımızda Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının katledilmesinden sonra
Kürecik ve çevresinde yaşayan halkımızın takındığı tutumu anlamaya başlarız.
Bozo'ya karşı tutumunu da anlamaya başlarız. Devlet, Kürde ve aleviye karşı
özellikle kullandığı açık şiddeti, psikolojik harbi de devreye sokarak
perdeler. Mesela Kürdü ve kızılbaşı bir yandan her türlü şiddetle istediği
konuma getirmeyi ihmal etmezken, diğer yandan laikliğin devletin temel prensibi
olduğunu durmadan nutuk eder, söyler. Bu söylem aslında ''havuç
politikası''dır. Bu yöntemle topluma demiştir ki ''Ne kadar yaşayacağın, nasıl ve
nerede yaşayacağın, ne yapacağın dahil her şeyin bana bağlı. İstediğim gibi
olacaksın, başka yolun yok.'' Toplum da bu talimatın ne demek olduğunu
görmüş-anlamış ve kendini de buna göre zoraki olarak yapılandırmıştır. Bu
giderek devletin kullandığı açık şiddetin toplumsal alana ''meşru şiddet''
olarak yayılmasına, kabul edilmesine de zemin olmaya başlamıştır.
Bozo'ya en yakın
akrabalarından başlayarak yapılan haksızlık ve baskılar, karalamalar ve
itibarsızlaştırmaların ve ona karşı girişilen şiddetin hepsi aslında devletin
şekillendirdiği toplum psikolojisinin dışavurumudur.
Devletin topluma
adeta ''ilahi güç'' olarak kabul ettirdiği şiddetten korunmak, daha fazla
haysiyet ve onuruyla oynamasını engellemek için aldığı tutum ''öz disiplin''
olarak bir tür ''öz savunma''ya dönüşür. ''Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek''
tam da bu anlamda söylenmiştir. Çocukları, emek ve ürünleri, kadınları, tarla,
bağ-bahçe ve dağları ve son olarak da yaşamları, yani insan olarak, birey
olarak sahip oldukları her şeyin devlet tarafından her an alınabileceği korkusu
toplumun tüm hücrelerine işlenmiştir.
Kürecik-Nurhaq-Kürne-Balya
yaşam değerlerinde ''haksıza baş eğme'' yoktur. Kasımoğlu Memedali ve
arkadaşlarının katli sonrasında 1970'li yıllara kadar yaşanan süreç dışında bu duruşa
rastlanmaz.
Bu süre,
yukarıdaki katliam kronolojisi perspektifinde değerlendirildiğinde göreceğiz
ki; bu dönemde yöre halkı örgütlülükten tamamen koparılmıştır ve kelimenin tam
anlamıyla takattan düşürülmüştür. Belirttiğimiz coğrafya ''bu dönem de takkiye
yapmış ve 'laik' olduğuna kendisini inandırdığı CHP'nin neredeyse topluca
yanında olmuştur'' diyebiliriz. Bu bize aslında tarihteki Kürt-kızılbaş
alaviliğinin müslümanlığın kılıcı karşısında yaşamını koruma içgüdüsüyle ''biz
de müslümanız, ama aleviyiz'' takkiyesinin ikinci kez tezahürüdür ve anlaşılır
bir pratiktir.
Açıktır ki bu
dönemin tüm sosyal-siyasal, kültürel, ekonomik, toplumu ilgilendiren her alanda
araştırılması ve kırılma noktalarının açığa çıkartılması zaruridir. Avrupa
Kürecik Halk İnisiyatifi olarak kurulduğumuz günden beri sürekli ve her yerde
dile getirdiğimiz ''Kürecik Halk değerlerine dönüş, öze dönüş, kendi
değerlerimizde tekrar buluşma...'' söylemimizin temel gerekçesi işte bu
noktadır.
Bizim yaşam
alışkanlıklarımız ve değerlerimiz ''dış güç'' olduğu açık olan devlet
tarafından ortadan kaldırılmaya çalışılmış. Bize ait olan her değerde bir
kırılma yaratılmış ve kırılan değerlerimizin yerine de kendi değerleri bize
dayatılmıştır. Bu kırılmaların yerine konmak istenen ve bize yabancı olan
değerlerle bugün hala kan uyuşmazlığı yaşadığımız biliniyor. Ne dayatılan bu
değerleri içselleştirebilmişiz ve ne de kendi değerlerimizden tam olarak
vazgeçmişiz. Bugün itibarı ile pratik sonuçlarına baktığımızda; yöre halkı
kendi öz değerlerinde bir yozlaşma ama dayatılan yabancı değerlerde de tam bir
çürüme yaşandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kürecikliler,
bildiğimiz kadarıyla, tarihte uzun süre Kürne, Elbistan ve Balya bölgeleriyle
devletin politikalarına karşı ortak hareket etmişlerdir. Baskıların vergi ve
gençleri askere alma olarak arttığı dönemlerde, birlikte ve birbirlerini gelen
bu ''dış baskılar''a karşı korumuşlardır. Birlikte direnmişlerdir. Bölge
halkının bu birlikteliği tarihçiler tarafından kayda da alınmıştır. Ancak
yukarıda belirtildiği gibi, devlet de kendi politikalarını tarih boyunca
uygulaya gelmiştir. Bu politikalar sonucunda Kasımoğlu Memedali dönemine kadar
belirli bir oranda sistemin başarılı olduğunu ve Kürne alanının önemli,
Balyanın da bir kısmını Kürecik-Nurhaq merkezli direnişten koparmış,
uzaklaştırmış olduğunu görüyoruz.
Sol sosyalist
düşünce adamlarının ve önderlerinin bölgemizde baştacı edilmelerinin
nedenlerinin başında da, kanımızca, bu yabancı değerlerle 50 yıldan fazla
yaşanan kan uyuşmazlığı yatar. Sosyalist-devrimci önderleri ve düşünceleri
sahiplenme durumu aslında, bölge halkının özündeki ''haksızlığa ve
adaletsizliğe başkaldırı'' ruhuna ve bu anlamda değerlerine çok paraleldir. Sol
her ne kadar bu öz değerleri çoğu zaman ''feodal, gerici'' olarak damgalasa da,
var olan baskıcı, katliamcı sistemi devirmeyi hedeflediğinden dolayı da, bölge
halkınca adeta bir çıkış yolu olarak saygınlık kazanır.”dedi
İlker dilcan,60 yaşinda.
Izmir doğumlu. 40 yildan buyana kürecik
ve elbistan halkını yakinen tanıyan biri.
İdamla yargılandı. idam cezası aldı.
Adana cezaevinde idam sırasını beklerken
yanı başında idama giden üç devrimciyle vedalaşan dilcan;
“İdamlardan
Beklenen Ne?
İdam ya da daha genel adıyla ölüm cezasının
uygulanmasında amaç nedir? Ülkenin toplum biçimi veya siyasal sistemi her ne
olursa olsun bu cezanın amacı ‘’caydırıcılık’’tır. Suça yönelenleri suçu ya da
idamı gerektirecek suçları işlemekten alıkoyma, kaçınmalarını sağlama! Bu ceza
ile istenilen sonucun elde edilip edilmediği konusu bir yana, sömürücü sınıflar
bu ceza uygulaması ile; topluma gözdağı ve korku verme, ortamı terörize etme,
muhalifleri sindirme, öne çıkan ya da önder olarak görülen muhalifleri ortadan
kaldırma ve bu yollarla iktidarlarını korumayı hedeflerler. Bu durum Köleci toplumlardan
günümüz kapitalist emperyalist toplumlarına dek devam etmektedir.
Yaşadığımız topraklara geçmeden sayısı
milyonları aşan bu olaylardan bir iki çarpıcı örnek verelim:
Sacco ve Vanzetti Olayı; Her
ikisi de İtalyan göçmeni işçi olan Nicola Sacco ve Bartolomeo
Vanzetti; işçi grevlerinde ve politik yürüyüşlerde her zaman ön saflarda
bulunan iki devrimcidir. 1920 yılında, ABD’nin Boston kentinde hiç bir delil olmaksızın bir soygun ve cinayetin ‘failleri’
olarak tutuklanırlar. 1921’de başlayan yargılamada tam bir hukuksuzluk
sergilenerek idama mahkum edildiler. Onlar devrimciydi, sendikalıydı, militan
grevcilerdi ve işçi eylemlerinde hep öndeydiler. Üstelik ingilizceyi bile tam
konuşamıyorlardı! Emperyalizmin bu genç, atılgan ve agresif yeni vatanında
soygunu onların yapıp yapmaması önemli değildi, onlar emek safında olmakla
suçluydular! 1927 yılında elektrikli sandalyede idam edildiler.
Rozenbergler Olayı; Yahudi asıllı bu
karı-koca, ABD Komünist Partisi’ne üye olup işçi eylemlerinde aktif olarak yer
alıyorlardı. Julius Rosenberg bu nedenle mühendis olarak çalıştığı
işinden çıkarılmıştı. Emperyalist kampın yeni önderi olan ABD öncülüğünde
Sosyalist ülkelere karşı başlatılan ‘’Soğuk Savaş’’ yılları, ülke içinde de;
Kore Savaşı’nın ve aşırı silahlanma masraflarının yarattığı yoksullaşma ve
yükselen işsizliğin yol açtığı muhalif seslerin arttığı bir döneme denk
düşmekteydi. Senatör McCarhty öncülüğünde başlatılan ve devlet
politikalarına muhalif olanları; ‘’Komünist’’, ‘’Sovyet Ajanı’’ ve ‘’Vatan Haini’’ olarak niteleyip cezalandırma ve
susturma kampanyası başlatıldı. İşçiler, küçük üreticiler ve aydınlar üzerinde
tam bir devlet terörü estiriliyordu. Böylesi koşullarda direnen, hak arayan ve
yönünü sosyalizme çevirenlere bir göz dağı verilmeliydi!
Ethel ve Julius Rosenberg, komünistlere
karşı cadı avının tüm ülkede yaygınlaştığı 1952’de, ‘’Atom bombasının sırlarını
Rusya'ya sızdırmak’’ suçuyla tutuklandılar. Göstermelik yargılamada hiç bir
somut kanıt olmamasına karşın her ikisine de ölüm cezası verildi. Suçu kabul
etmeleri halinde cezalarının 20 yıllık hapis cezasına düşürüleceği ve iki küçük
oğullarına kavuşacakları tekliflerine
onlar; ‘O durumda bizim suçsuzluğumuza inanan milyonlarca insan ne olacak?
Onlar da bizim çocuklarımız’’ diyerek reddettiler. 1953 yılında, Haziran
Güneşinin New York gökyüzünü kızıla boyamaya başladığı saatlerde
katledildiler.
Ülkemizde yaşananlar daha masum değil!
Daha cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1926 yılının 15 Haziran‘ında, ‘‘Mustafa
Kemal’e İzmir Kemeraltı’nda suikast düzenleyecekleri‘‘ iddiasıyla hemen
hemen hepsi, ulusal Kurtuluş Savaşı’nın önder kadroları arasında yer alan ve
hemen hemen tamamı milletvekili olan ; Lazistan Milletvekili Ziya Hurşit,
Laz İsmail, Gürcü Yusuf, Çopur Hilmi ve 11 kişi
tutuklanır. ‘Suikastın arkasında, kapatılmış Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası’nın içindeki bir grup olduğu‘ iddiasıyla partinin kurucuları olan Kazım
Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Adnan Adıvar,
Bekir Sami Kunduh, Cafer Tayyar Eğilmez, Vasıf Karakol
gibi Kurtuluş Savaşı’nın ünlü isimleri suikastin diğer sanıklarıyla birlikte İzmir İstiklal Mahkemesi‘nde yargılandılar. Bu ünlü kişilerin çoğu beraat
etti. Ancak İttihat Terakki Cemiyeti’nin önde gelen bazı isimleri suikastla
ilgili bulunarak idam edildi.
Suçlananların hiç biri suikast iddiasını kabul etmezken idam sehpasında
Ziya Hurşit; ‘‘Hürriyetsiz bir memlekette yaşamaktansa namusuyla ölmek
daha hayırlıdır.‘‘ diyordu. Trabzon Mebusu Hafız Mehmet Bey, eski
İttihatçı olmasına karşın diğerlerinden farklı düşünceye sahip olup Ermeni
Tehcirine karşı çıkmıştı.
İzmir’de üç hafta süren yargılamalar ardından sanıkların 16’sı aleyhlerinde
bir delil olmamasına rağmen (tek delil, Giritli Şevki adlı bir
motorcunun ihbarıdır!) idama mahkum edilip hemen asıldılar. Darağaçlarındaki
naaşları, ‘‘İbret olsun‘‘ diye saat 10’a dek halka teşhir edildi! Ardından
İstiklal Mahkemesi, Ankara’ya geçip hemen yargılamaya başladı. 18 kişi idam,
bir çok kişi de hapis cezasına çarptırıldı. Sözkonusu 18 kişi hemen idam
edildi.
Kurtuluş Savaşı’nın önderlerinden biri olan ve o sırada yurt dışında
bulunan Rauf Orbay, gıyabında on yıl hapis cezası aldı. Terakkiperver
Partisi’nin yargılanan diğer üyeleri her ne kadar mahkeme tarafından
aklandılarsa da bir çoğu uzun bir süre kuşku altında kaldılar. Hükümet
görevlerinden dışlandılar. Çoğu on yıl süreyle siyasi yaşamdan uzak kaldı. Tüm
bu yargılananların ortak özelliği; hükümete ve o dönemdeki bazı uygulamalara (
örneğin Musul anlaşmasına) muhalif olmalarıydı. Suikastla ilişkilendirilen
muhalifler tasfiye edilince artık siyasi muhaliflerin olmadığı bir dönem
başlamaktaydı!*
’71 Döneminde Mahir’ler gibi yargısız infazlarla, Kaypakkaya
gibi işkencelerle katledilenlerin yanısıra Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan
ve Hüseyin İnan’ın bir ‘‘Öç‘‘ ve ‘‘Gözdağı‘‘ olarak idam edilmeleri
devletin bu ceza(!) olgusunu nasıl algılayıp uyguladığını daha açık biçimde
gösterdi.
12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlük, burjuvazinin kendini maskelemeye
çalıştığı; ‘‘Hukuki Yargılama‘‘, ‘‘Savunma Hakkı‘‘ vb. evrensel hukuk
ilkelerini de bir tarafa atarak gerçek yüzünü göstermekten çekinmedi. Ülkeyi
açık bir cezaevine dönüştürüp işlenceyi olağan, yargısız infazları meşru ve
kayıpları alışıldık birer olguya dönüştürdü. Halk üzerinde estirilen faşist
terör ve tek yanlı propoganda ile tek tip insan ve ‘‘Biat Toplumu‘‘ yaratılmaya
çalışıldı. Bu amaç için diğer imha yöntemlerinin yanı sıra ama daha da etkiliyici
(!) bir yöntem olarak idamları tekrar gündeme aldılar. Tıpkı Dersim Katliamı
sırasında 75 yaşını aşmış Seyit Rıza’nın
yaşını küçük gösterdikleri gibi 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşını büyük
gösterme hilekarlığından da çekinmediler.
Polis raporlarına, itirafçıların ya da yalancı tanıkların ifadelerine,
düzmece belgelere ve hatta kimi zaman bunlara bile gerek duymadan komünistlere,
devrimcilere, demokratlara ve yurtseverlere idam cezaları vererek korku dalgası
yaymaya çalıştılar.
Cezaevlerinin polis-jandarma gözaltısından
farksız, işkencenin bir çok çeşidinin uygulandığı bu koşullarda bir de
idamların yaygınlık kazanması ile sandılar ki, tutsaklar inançlarından,
ideallerinden kopacak, kişiliksiz, edilgen, ürkek ve silik bireylere
dönüşecekler! Ama olmadı. Birer işkencehane halindeki cezaevleri; direnişin,
başkaldırının ve onurun simgesi oldu. ‘’İçeridekiler’’İ her idamı isyan,
direniş ve devrimci marşlarla karşıladılar. Henüz tan atmadığı o karanlık
sabahlarda idama başı dik, inancın kelimelere döküldüğü sloganlarla giden
dostumuz, kardeşimiz, yoldaşımız; ‘’Yaşasın Devrim ve Sosyalizm’’, ‘’Kahrolsun
Faşist Diktatörlük’’ sloganları ile
uğurlandı. Bu uğurda kafalar kollar kırıldı ama onur sapasağlam kaldı ayakta ve
umut yeniden, yeniden filiz attı kör hücrelerde, karanlık izbe yerlerde.
Serdar Soyergin’i, Mustafa Özenç’i
ve Ali Aktaş’ı uğurladık Adana Kapalı`da. Sonra biz; ben, yitirdiğimiz
güzel insan, güleç dost Recep Kar ve dostum Doğan Kurt; ‘’sıra
geldiğinde bize, biz değil onlar ürkmeli’’ diye sözleştik bakışlarımızla.
Yani idamlar da kar etmedi onlara, kıramadılar
umudu, inancı ve onuru. Hastahanedeki bir hemşirenin, askere duyurmamaya
çalışarak; ‘’Dayanın, umudumuz oldunuz. Herkes bahsediyor sizden’’ demesi ya
da açlık grevinin en zorlu aşamasında,
devrim ve sosyalizme sevdalı avukatım, dostum,
yoldaşım Elif Tuncer’in; ‘’Yoldaşların selamı var. Öpüyor hepinizi gözlerinizden’’
sözleri ne büyük bir güçtür tutsağa.. Fatih’lerden
bu yana açlık grevlerinde yaşamını yitirenler; poliste, cezaevlerinde Mahsun
Korkmaz gibi bedel ödemeyi ama başını dik tutmayı seçenler ve idam
sehpasını, kararlılığın ve inacın bayrağı edenler vermedi o olanağı onlara.
Korku dalgası kırıldı, ‘’Tek tip insan’’ yaratılamadı!
Bu direniş, bir gelenektir coğrafyamızda; Pir
Sultan Abdal’lar, Şeyh Bedrettin’ler, Karacaoğlan’lar....
İşte bu özün bir başka yansıması oldu.
Kasımoğlu Memedali. Yeğenlerinin torunlarını, Elif Ananın çocuklarını
tanıdım Kürecik’e hiç gitmeden. Halk sevgisi, geleceğin özgür ve güzel
günlerine olan inanç, perçin olmuş bu yörede. Demek ki Memedali ve
arkadaşlarının idamı, ne kar ettirmiş Osmanlıya ne de bugünkü kıyıcılara!”dedi.
İdam Çağdışı Bir Cezalandırma Yöntemidir!.
İnsan doğarken hiç kimsenin iradesine tabi olarak dünyaya gelmez. O, düyaya özgür gelir. İnsan dünyaya özgür geldiğine göre; özgürlüğüne müdahale niye? Özgürlük; mülkiyet ilişkisinin ortaya çıkmasıyla baskı altına alınmak istendi. Tarihsel sürecin gelişimi içinde özgürlük mücadelesi; gericilikle, gericiliğe karşı başkaldıranlar arasında başlıca çelişki oldu.
İnsan doğarken hiç kimsenin iradesine tabi olarak dünyaya gelmez. O, düyaya özgür gelir. İnsan dünyaya özgür geldiğine göre; özgürlüğüne müdahale niye? Özgürlük; mülkiyet ilişkisinin ortaya çıkmasıyla baskı altına alınmak istendi. Tarihsel sürecin gelişimi içinde özgürlük mücadelesi; gericilikle, gericiliğe karşı başkaldıranlar arasında başlıca çelişki oldu.
Örneğin; modern astrofiziğin kurucusu İtalyan bilim adamı Galileo
Galilei, ‘‘Dünya dönüyor‘‘ dediği için engizisyon mahkemesi tarafından idama
mahkum edilmiştir. Sözünü geri alması karşılığında da affedilmiştir. Ancak o
mahkemeden çıkarken ‘’Siz isteseniz de istemeseniz de dünya dönüyor’’ diye
kapının eşiğinde mırıldanmıştı. Dün Galileo‘yu idam etmek istiyenler,
düşüncelerine ambargo koyan gericiler, bugün dünyanın döndüğünü
söylemektedirler. Özgürlük kavramı egemen sınıf için biçimsel değişim içerse de
insanlık onurundan ödün vermeyenler açısından önemi hiç değişmiyor.
Dün, dünyanın döndüğünü söyliyen Galileo‘nun düşüncesi ile,
‘‘Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan‘‘ diyerek idam sephasına yürüyen Pir
Sultan Abdal‘ın özgürlük anlayışı özu itibariyle aynıdır. Bu nedenle, insanlık
tarihi bu temel olgudan beslenerek gelişiyor, ilerliyor. 100´lerce yıl
önce kapı eşiğine fısıldanarak söylenen bir söz yeryüzüne yayılıyor ve
hayat buluyor. Özgürlük anlayışı ne sınır nede yaş tanıyor. İşkence ve
idamlarla düşünce yok edilemiyor ve baskı altına alınamıyor. Örneğin;
Yetmişbeş yaşındayken yaşı küçültürülerek idam edilen Seyit Rıza; “Ben sizin yalan ve hilelerinizle başedemedim bu bana dert oldu ama ben de sizin önünüzde eğilmedim bu da size dert olsun” sözlerinin derinliği devletin egemen düsüncesine karşı inançsal ve kimliksel sorunun özgürlügünü ifade ederken sonraki kuşaklar için özgürlüğün kıvılcımını tutuşturmaktadır.
Yetmişbeş yaşındayken yaşı küçültürülerek idam edilen Seyit Rıza; “Ben sizin yalan ve hilelerinizle başedemedim bu bana dert oldu ama ben de sizin önünüzde eğilmedim bu da size dert olsun” sözlerinin derinliği devletin egemen düsüncesine karşı inançsal ve kimliksel sorunun özgürlügünü ifade ederken sonraki kuşaklar için özgürlüğün kıvılcımını tutuşturmaktadır.
Özgürlük anlayışı, direnme geleneğinin tarihsel derinliklerinde
beslenerek ilerlerken, 17 yaşındayken yaşı büyütülerek idam edilen Erdal
Eren‘in şahsında daha kapsayıcı bir karekter kazanarak buluşuyordu. ‘‘Bugün
devrimcileri ve onların bir parçası olan beni aldığınız emirlere uygun olarak
yargılayabilir ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir.
Bir gün mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak sizi ve koruduğunuz düzeni
yargılayacak ve doğru karar verecektir.“ dediğinde hakimler ve savcılar
şaşırdılar . Bu 17 yaşındaki bir genç değil tıpkı 75 yaşındaki Seyit Rıza
gibi boyun eğmez , Denizler gibi halkların kardeşliğine ve sosyalizme inanan
bir isyankar. “Bu çoçuk onlar gibi idam edilmeli ki herkese ibreti alem
olsun“ denildi ve idam edildi. 17 yaşındaki bu genç
fidandan sonra sosyalizme ve özgürlüğe sevdalı bir çok genç daha idam
sepasına yürüdü. Onlardan biri olan Mustafa Özenç‘in; ‘‘O büyük gün
geldiğinde‘‘ şiiriyle dünden bugüne bizlere, bizlerden sonra gelecek
nesile, sabrını, sevdasını ve inancını taşıdığı ve duygularımıza
tercüman olan satırları sizlerle paylaşmak istiyorum:
O büyük gün
geldiğinde
Ben kimbilir kaç yıldan beri
Ebedi yatağımda, toprağın derinliklerinde
Ben kimbilir kaç yıldan beri
Ebedi yatağımda, toprağın derinliklerinde
Sonsuz bir
uykuda olacağım.
Fakat alınca ne zamandır beklediğim haberi,
Uyanıp, sesimi kimse duymadan
O büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla,
Kara toprağın altından ben de haykıracağım.
Uyanıp, sesimi kimse duymadan
O büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla,
Kara toprağın altından ben de haykıracağım.
Unutulup geçmişte kalan acı dünü,
Kimbilir belki bir kış günü,
Üzerimi yorgan gibi kaplayan,
Bembeyaz karın soğuğundan,
Ya da sonbahar mevsiminde,
Kemiklerime işleyen yağmurdan duyacağım.
Kimbilir belki bir kış günü,
Üzerimi yorgan gibi kaplayan,
Bembeyaz karın soğuğundan,
Ya da sonbahar mevsiminde,
Kemiklerime işleyen yağmurdan duyacağım.
Ve milyonları saran o doyulmaz sevince
Ben de sessizce ortak olacağım.
Ben de sessizce ortak olacağım.
Mevsim ilkbahar, sıcak bir yaz olsa da
Gece gündüz farketmez ben her zaman hazırım.
Gece gündüz farketmez ben her zaman hazırım.
Adımın yazıldığı taş bile yıkılsa da,
Kalmamış da olsa bu dünyada mezarım,
Hatırlayıp tek canlı gelmese başucuma,
O müjdeyi ben doğadan alacağım.
Kalmamış da olsa bu dünyada mezarım,
Hatırlayıp tek canlı gelmese başucuma,
O müjdeyi ben doğadan alacağım.
Nasırlı ellerce yaratılan o görkemli bayrama,
Hiç kimse farketmeden ben de katılacağım.
Hiç kimse farketmeden ben de katılacağım.
Tarih dünyayı durdurmaya çalışan hic kimseyi “kahraman” diye nitelemedi bugüne kadar! Tam tersine düyanın döndüğünü söyliyen yürekli insanları selamladı!
Kasımoğlu Memedali ve arkadaşlarının idamının
yüzüncü yılında bu yürekli insanları selamlamak gerekir. İdam ipinin halen
politikacıların elinde bir tehtit aracı olarak kullanıldığı bir dönemde idam
caydırıcı bir cezalandırma türü değil; bir çağdışı uygulamadır.
Kürecik;
Kürecik‘in harita üzerindeki yeri zor seçilir. Malatya-İstanbul kara
yolu Kürecik‘i ikiye böler. Kara yolu ile Kürecik‘ten geçen bir çok insan,
‘‘Kürecik‘‘ levhasından sonra Kürecik‘i arar durur. ‘‘Nerde bu Kürecik‘‘ diye
sağa, sola, öne ve arkaya bakar. Ama göremez! Anlık bir zaman diliminde Kürecik
biter! Kişi önce hayal kırıklığına uğrar. ‘‘Dilden dile dolaşan isyanlarıyla
ünlü Kürecik bu mu‘‘ der.
Elbette hayır!
Malatya ve Maraş sınırında Nurhak dağlarının eteklerinde kurulu 24
köyden oluşan bir nahiye idi kürecik. AKP Hükümeti‘nin her köyünü bir mahalleye
dönüştürdüğü Kürecik‘in her köyünde 15-20 ev var. Yurt, yaşlılara emanet. Kışın
ıssızlaşan Kürecik, yazın çok kalabalıklaşır. Gurbete gidenler yazın gerisin
geriye döner. Bağın bahçenin içinde bir yılın yorgunluğunu ve hasretliğini
giderirler.
Kürecik halkı, işçisi, emeklisi, memuru, esnafıyla, kadın, erkek ve
gençliğiyle; Kürt Ulusal Özgürlük ve Sosyalizm Mücadelesi‘ne omuz vermiş, maddi
ve manevi olarak desteğini sunmanın yanı sıra bunun pratik eylemcileri de
olmuşlardır.
Kürecik, 68 Kuşağı‘nın genç sosyalistleri; Sinan Cemgil, Ömer Ayna,
İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşlarına ev sahipliği yapmıştır. Devrimci gençlerin
yaktığı kıvılcım, Kürecik halkında sosyalist bilincin gelişmesine neden
olduğunu da söyleyebiliriz.
İki levha arasındaki kısa mesafeye bakarak hayal kırıklığına uğramamak
gerek! Kayseri’den Malatya’ya giderken, Elektiriğin ve altyapı hizmetinin
olmadığı Kürecik‘te iki katlı kerpiç evin üstünde binlerce Küreciklinin resmini
tab etmiş Foto Şükrü vardı. Alt katında Ali Kaplan‘in işlettiği ve dünya
klasiklerinin satıldığı üç yıldızlı Nurhak Kitapevi. Solda ise, 800
civarında ortaokul ve lise öğrencisi bulunan, her sınıfında Türkiye ve Dünya
sorunlarının tartışıldığı Kepez Lisesi. Son köşede ise iki katlı tahta binada;
feodalizm, emek, sümürü, kadın, kürtlerin kendi kaderinin tayin hakkı gibi
konuların tartışıldığı, seminerlerin verildiği Kültürevi. Burada öğrendiklerini
köylerine taşıyan gençler!
1970’lı yılların sonlarında tartışmaların sohbetlerin derinleştiği
diğer mekanları da unutmamak gerekir. Kahveci Memed’in yeri, Hasan, Yusuf,
Hüseyin ve Hopo amcaların bakkal dükanları!
Sıkıyönetim döneminde pek çok insan geriye çekilirken Hopo amca
düşüncelerini sakınımsız bir şekilde belirtmekten kaçınmazdı. Onun kahvede
karakol başçavuşuyla arasında geçen bir diyaloğu anlatmadan geçemeyeceğim;
Devrimci örgütler, 1 Mayıs öncesi Kürecik’te yazılama yapar. Kooparatif
binasında da 1 Mayıs işçilerin emekçilerin bayramı, Kürdistan faşizme mezar
olacak gibi sloganlar, yazılıydı. Akşam saatine doğru kahvede bir araya gelen
Küreciklilerin arasında koparatifçi İsmail de var. Başçavuş, yanındaki
jandarmalarla kahveye gelir.
Koparatifteki yazıların silinmesi için koparatifçi İsmail’e (Güler)
emredince, İsmail’in cevap vermesine fırsat vermiyen Hopo amca, „Yazıları
silmek cesaret ister. Yiğitsen sen sil komutan efendi“ der. Başçavuş cevap
vermeden beraberindeki jandarmayla gerisin geriye karakola döner.
Bir diğer anı; Kültür evinin arka cephesinde Başyurtlar‘ın evi var.
Yanı başında öğrencilerin oturduğu eve sabaha karşı baskın düzenlenir.
Gözaltına alınan öğrencilerden biri tekme tokat dipçikle dövülerek karakola
götürülürken Dode Teyze, 6-7 jandarmanın arasında ağzı burnu kan içindeki
öğrenciyi kurtarmak için jandarmaların önüne atılır ve öğrenciyi tutanlardan
birisinin yakasına yapışır. Jandarmalar Dode Teyze‘ye saldırır. Tüfegin
dipçigiyle vurmaya başlarlar. Bu yürekli Kürt teyzemiz pes etmez, „Yavrumu
götürmeyin“ diyerek yeniden hareketlenir ancak jandarmalar tekrar vurmaya
başlarlar. Dode teyzemiz kendi yara ve acılarına aldırmadan, evladı gibi
sevdiği bu öğrenciyi kurtaramamanın üzüntüsünü kürtçe şu sözlerle dile getirir;
“ Ez be tenebum, gucamın le eskeran nakır'' (Ben yanlızdım. Gücüm askerlere
yetmedi.)!
Doğallığıyla bilinen, sansürsüz konuşan Hopo İncedal ve
misafirperverliği ve yiğitliğiyle bilinen Dode Başyurt, Kürecik halkının ortak
izdüşümünü oluştururlar.
1970 yıllarında Kürecik’in üç köşesinde eğitimin mayalandığı ve
kültürel değerlerin tartışılıp konuşulduğu bir süreç yaşandı. Kürecik,
kimliğine ve ruhuna işlenmek istenen teslimiyetçi uru bıçakla kesmeyi, kendi
geçmişiyle yüzleşmeyi bu süreçte kazandı.
12 eylül 1980 darbesiyle Kürecik‘te büyük bir yara aldı. Baskılar,
gözaltılar yoğunlaşti. işkencelere maruz kalmayan hiç kimse kalmadı. Yücel
Hazar, Mustafa Sevil, Cennet Değirmenci gibi bir çok devrimci, askeri darbenin
hemen arkasından öldürüldü.
Askeri cuntanın saldırılarının yanısıra 1000‘lerce Kürecikli ekonomik
nedenlerle Kürecik‘ten ayrılmak zorunda kaldı. Sevdiklerinden, yerinden
yurdundan ayrılmayı her an taze ve diri tutmak ve bir manevi güce
dönüştürmenin zorluğu bilinir. Kürecik
halkını diri ve canlı kılan temel olgu gittikleri yerlerin ilerici temel
değerleriyle buluşmasıdır.Bu nedenle; kendi toplumsal değerleriyle rahat bir
sekilde buluşabilmektedirler.
Kasımoğlu Memedali’nin yurdunda, arabayla yolculuk yaptığınız esnada,
sağa-sola, öne-arkaya baktığınız o kıraç toprakların güneşe bakan her yanında
bir özgürlük savaşcısı yatmaktadır. Bu özgürlük savaşcıları, „o büyük gün
geldiğinde“, bizimle birlikte halaya duracak, Memedali‘nin oğlu Bozo‘nun
protesto amaçlı giydiği zıbın, halaya duranların elinde yeniden dirilişin ve özgürlük arayişinin sembolu olacak
Asaf
demirhan
mayis
2015 dortmund
Kürecik‘in
köyleri;
Eski
adı: Yeni adı:
Âmokân Taşevler
Bayramân Bayramuşağı
Bakirân Bekiruşağı
Bîlamân Çakılpınar
Çarkazân Çerkezuşağı
Çawurma Çevirme
Damircîân Demirciler
Hâcîân Balhacı Dutlu
Hârûnân Harunuşağı
Kelân (Çelân) Gürkaynak
Keller Keller
Kêxân Kahyalı
Kirliuşağı Kirliuşağı
Korsulêmânân
Durulova
(Körsüleyman)
Ortaköy
Qâjikân Yaylımlı
Şarân Kepez
Qâsimân Kasımuşağı
Qubâtân Tataruşağı
Şamîskân Düvencik(Güneşli)
Tapkinîân Aksüt
Târicîân Darıca
Tumukân Dümüklü
Xançarlîân Hançerli
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)